20 Haziran 2009 Cumartesi

LEVH-İ MAHFUZ VE ZAMANSIZLIK GERÇEĞİ

LEVH-İ MAHFUZ VE ZAMANSIZLIK GERÇEĞİ
"... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47) Zaman adı verilen algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Örneğin bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme belli bir zaman sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.
Zaman Algısının Oluşması
Zamanın, hareket eden cisimler ve meydana gelen değişimler arasında yaptığımız belirli bir sıralamadan doğan bir kavram olduğu gerçeği, bugün bilimsel olarak da kabul edilmiştir. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz.
Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob, Mümkünlerin Oyunu adlı kitabında zaman algımızın her zaman düzgün bir sıralamaya göre oluşmasının önemini şöyle anlatır:
"Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini anlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici iş birliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir."
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir (görecelidir). Gerçekte zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Genel Görecelik KuramıZamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en önemli fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu 'Genel Görecelik Kuramı' ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
"Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur."
Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur. Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir."
Kuran'da Zamanın GöreceliğiZamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.
Modern bilimin bu bulgularının bize gösterdiği sonuç, zamanın materyalistlerin sandığı gibi mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı oluşudur. İşin ilginç yanı ise, 20. yüzyıla dek bilimin farkında olmadığı bu gerçeğin, bundan yaklaşık 14 asır önce indirilen Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Kuran ayetlerinde, zamanın izafi bir kavram olduğunu gösteren açıklamalar bulunur. Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Allah, insan hayatının çok kısa olduğunu Kuran'da şu ayetlerle bildirir:
"Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız." (İsra Suresi, 52)
"Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…" (Yunus Suresi, 45)
Bazı ayetlerde, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, insanın gerçekte çok kısa olan bir süreyi çok uzunmuş gibi algılayabildiğine işaret edilir. İnsanların ahiretteki sorguları sırasında geçen aşağıdaki konuşmalar bunun bir örneğidir:
"Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.'" (Müminun Suresi, 112-114)
Allah bazı ayetlerde de, zamanın farklı ortamlarda farklı bir akış hızıyla geçtiğini bildirir: "... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)
"Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)
Tüm bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilimin 20. yüzyılda ulaştığı bu sonucu bundan yaklaşık 1400 yıl önce Allah'ın Kuran'da bildirmiş olması ise, elbette, Kuran'ı, zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Yüce Allah'ın indirdiğinin delillerinden bir tanesidir.
Zamanın İzafiyeti,Kader Gerçeğini De Açıklamaktadır Zamanın izafiyeti ile ilgili açıklamalarda ve ayetlerde görüldüğü gibi, zaman algıyla değişkenlik gösteren, sabit olmayan bir kavramdır. Örneğin bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, Allah Katında bir andır. Bizim için 50 bin yıllık bir süre, melekler ve Cebrail için bir gündür.
Bu gerçeğin bilinmesi, kader konusunun kavranması açısından çok önemlidir. Çünkü kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları "tek bir an" içinde yaratmış olmasıdır. Bu da, Allah Katında evrenin yaratılış anından kıyamete kadar olan her olayın yaşanmış ve bitmiş olması demektir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini, Allah Katında geçmiş ve gelecek tüm olayların nasıl yaşanıp bittiğini ve kaderin gerçekliğini kavramakta zorlanırlar. Oysa "yaşanmamış olaylar" bizim açımızdan yaşanmamış olaylardır. Çünkü biz Allah'ın yarattığı zamana bağlı olarak yaşamımızı sürdürürüz ve hafızamıza verilen bilgiler olmadan hiçbir şey bilemeyiz. Allah, dünyadaki imtihan ortamı gereği "gelecek" olarak isimlendirdiğimiz olayları hafızamıza vermediği için, gelecekte ne olacağını da bilemeyiz. Allah ise zamandan ve mekandan münezzehtir, zaten bunların tümünü yoktan yaratan Allah'tır. Bu nedenle Allah Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir. Bir olayın başı da sonu da O'nun Katında tek bir anda yaşanır. Örneğin Firavun'un nasıl bir sona uğradığını Allah, daha Hz. Musa'yı Firavun'a göndermeden, Hz. Musa daha doğmadan, hatta Mısır devleti daha kurulmadan önce bilir ve tüm bu olaylar Firavun'un sonu ile birlikte Allah Katında tek bir an olarak yaşanmıştır. Geçmiş ve gelecek hazır olarak, hepsi aynı anda mevcuttur.
Zaman İçinde YolculukZamanla ilgili bilim adamları tarafından yapılmış olan açıklamalar Kuran ayetleriyle tam bir uyum gösterir. Buna göre zaman, algılarımıza göre şekillendirdiğimiz bir kavramdır. Tüm algılarımızı da bize hissettiren Allah olduğuna göre, Allah izin verdiği takdirde bir insanın zaman içinde ileri doğru yada geriye doğru yolculuk yapabilmesi elbette ki mümkündür.
Bu konuyu daha iyi anlamak için zamanı bir film şeridine benzetebiliriz. Filmin tersten çekildiğini düşünürsek film kahramanı da gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmış olacaktır. Ya da baştaki bir kareyi bir anda sona saracak olursak filmdeki karakter bir anda gelecekteki bir anı görmüş olacaktır. İşte bizim dünyada algıladığımız zaman kavramı da bundan farksızdır. Dolayısıyla Allah dilediği takdirde bu algı düzenini değiştirir ve insan geleceğe ya da geçmişe yolculuk yapabilir. Kuran'ın pek çok ayetinde bu konuya işaret edilmiş ve zaman içinde Rabbimiz'in dilediği kişinin farklı bir boyut yaşayabileceği bildirilmiştir. Örneğin Allah, Kuran'da haber verilen mümin bir topluluk olan Kehf Ehli'ni üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir:
"Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık." (Kehf Suresi, 11-12)
"Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...'" (Kehf Suresi, 19)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kehf Ehli'nin uykuya yatmadan önceki zaman dilimi ile uykudan kalktıkları anki zaman dilimi birbirinden farklıdır. Allah buna benzer bir durumu bir başka ayetinde daha bildirir. Bakara Suresi'nin 259. ayetinde ıssız bir şehre uğrayan bir adam haber verilir. Allah bu adamı yüz yıl ölü bırakıp, sonra diriltmiştir. Ancak adam kendisinin bir gün, hatta bir günden az kaldığını zannetmiştir. Hatta geçen yüz yıllık süre zarfında, adamın yiyecekleri bozulmamış, eşeği de olduğu yerde durmaktadır. Söz konusu ayet şu şekildedir:
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: 'Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?' Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: 'Ne kadar kaldın?' O: 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. (Allah ona:) 'Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?' dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: '(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.' (Bakara Suresi, 259)
Ayette Allah, bu olayı bir ibret olarak haber verdiğini de bildirmektedir. Bu ayetten de Kehf Ehli'nin uykusu gibi, zamanın Allah'ın kontrolünde geliştiği ve Allah'ın dilemesiyle zamanda geleceğe ve geçmişe gidilebileceği açıkça görülmektedir.
Kuran Ayetlerindeki İşaretAllah Katında zamanın tek bir an olduğunu, Allah için geçmiş ve gelecek olmadığını Kuran'daki bazı ayetlerde yer alan işaretlerden ve bilgilerden de anlarız. Bizim için gelecek zamanda olacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah geçmişi de geleceği de, bir an olarak zaten yaratmıştır. Bu nedenle gelecekte olacağı anlatılan bir olay zaten olup bitmiştir. Ama biz görmediğimiz için onu gelecek zannederiz. Örneğin, ahirette insanların Allah'a verecekleri hesabın haber verildiği ayetlerde, bu çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." Korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler... (Zümer Suresi, 68-73)
Bu konudaki diğer ayetler ise şöyledir:
(Artık) Her bir nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)
Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' (Hakka Suresi, 16)
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi, 12-13)
Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir. (Naz'iat Suresi, 36)
Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin Suresi, 34)
Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)
Tüm bu ayetlerde, ölümümüzden sonra yaşanacak olan olaylar, yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah, bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutundan münezzeh olandır. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve bir kitapta kayıtlı olduğu gerçeği ise aşağıdaki ayette şöyle haber verilir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Kadere Teslimiyetin ÖnemiGeçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.
Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülenler, sinirlenenler, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere yormaktadırlar. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.
Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.
Kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Bunun yerine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz'in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi,
"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)
Bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir. Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

17 Haziran 2009 Çarşamba

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR
Tevekkül, sadece güçlü bir imana sahip, Allah'ın gücünü takdir edebilen ve O'na yakın olan müminlere ait bir özelliktir. Kavrayabilenler için tevekkülde önemli sırlar ve büyük nimetler vardır. Tevekkül, Allah'a ve yarattığı kadere kesin bir teslimiyet ve güvendir. Allah, insanlar da dahil olmak üzere, canlı cansız tüm varlıkları bir kaderle yaratmıştır. Örneğin güneşin, ayın, denizlerin, göllerin, ağaçların, çiçeklerin, küçük bir karıncanın, daldan düşen tek bir yaprağın, masanızın üzerindeki tek bir toz zerresinin, yolda yürürken ayağınıza takılan bir taşın, on sene önce satın aldığınız elbisenizin, buzdolabınızdaki şeftalinin, annenizin, babanızın, akrabalarınızın, ilkokul arkadaşlarınızın, sizin, kısacası herkesin ve herşeyin Allah Katında, milyonlarca yıl önce belirlenmiş bir kaderi vardır. Ve her varlığın kaderi, Allah'ın Katında Levh-i Mahfuz isimli bir kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman öleceği, hangi yaprağın ne zaman hangi hızla yere düşeceği, buzdolabınızdaki şeftalinin ne zaman, hangi noktasından çürümeye başlayacağı, taşın ayağınıza takılana kadar geçireceği aşamalar, kısacası küçük büyük her olay bu kitapta kayıtlıdır.
Müminler kadere iman ederler ve Allah'ın yarattığı kaderin en hayırlısı ve en güzeli olduğunu bilirler. Bundan dolayı da hayatlarının her anında tevekküllüdürler. Yani olayları Allah'ın belli bir hikmetle yarattığını ve şahit oldukları olay ne olursa olsun, Allah'ın bunda bir hayır dilediğini bilirler. Örneğin, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, çok çetin ve acımasız bir düşman ordusu ile karşılaşmak, masum olmasına rağmen iftiralara uğramak veya insanın aklına gelebilecek en ürkütücü olaylar dahi, müminleri telaşa veya korkuya kaptırmaz. Onlar Allah'ın kendileri için yarattığını sabır ve metanetle beklerler. İman etmeyen bir insanın dehşete ve ümitsizliğe kapılacağı olaylar karşısında onlar büyük bir zevk alırlar. Çünkü en ürkütücü görüntü ve konuşma dahi, Allah Katında önceden planlanmış ve insanın imtihanı için yaratılmıştır. Bunlara sabır ve tevekkülle karşılık verenler, Allah'a ve O'nun yarattığı kadere teslim olup güvenenler Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanacaklar, karşılığında sonsuza dek cennette yaşayacaklardır. Dolayısıyla, müminler hayatları boyunca tevekkülün konforunu ve imani neşesini yaşarlar. Bu, Allah'ın müminlere verdiği bir sır ve güzelliktir ve Allah Kuran'da tevekkül edenleri sevdiğini bildirir. (Al-i İmran Suresi, 159)
Tevekkül hakkında Kuran'da bildirilen bir başka konu ise, tedbirdir. Kuran'ın birçok ayetinde, müminlerin çeşitli konumlarda alabilecekleri tedbirler bildirilmektedir. Bununla birlikte Allah, tedbirlerin kendi takdirini değiştirmeyeceğini ancak bunların bir ibadet olarak kabul edileceğini de farklı ayetlerinde insanlara bir sır olarak verir. Hz. Yakup'un oğullarına şehre girerken tavsiye ettiği tedbirler ve bunun ardından tevekkülü hatırlatıcı olması bunun bir örneğidir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:

Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)

Hz. Yakup'un sözlerinde de görüldüğü gibi, müminler mutlaka her konuda önlem alırlar. Ancak, Allah'ın kaderlerinde kendileri için dilediklerini değiştiremeyeceklerini bilirler. Örneğin,bir insan trafik kurallarına çok dikkat etmeli, arabasını tehlikeli bir şekilde sürmemelidir. Bu, kendisinin ve diğer insanların hayatı için önemli bir tedbir ve ibadettir. Ancak, eğer Allah bu insan için bir trafik kazasında ölmeyi yazmışsa, alacağı hiçbir tedbir onun ölümünü engelleyemez. Bazen bir insanın aldığı önlem veya yaptığı bir hareket onu ölümden döndürmüş gibi görünebilir. Veya bir insan, hayatında ani bir karar alarak, hayatının akışını tamamen değiştirebilir, bir başkası ölümcül bir hastalığa yakalanmışken, güç ve irade göstererek hastalığını yenmiş olabilir. Ancak bütün bunlar o kişilerin kaderlerinde olduğu için böyledir. Bazı insanlar bu tür olayları "kaderini yendi", "kaderini değiştirdi" gibi son derece mantıksız ve yanlış bir şekilde yorumlarlar. Oysa hiçbir insan, en güçlü ve azimli görüneni bile, Allah'ın kendisi ve başkaları için yazdığı kaderi değiştiremez. Hiçbir insan böyle bir güce sahip değildir. Aksine her varlık, Allah'ın yarattığı kader karşısında acizdir ve aslında doğal olarak kaderine teslimdir. Sadece birçoğu bunu kabul etmek istemez. Kaderin varlığını inkar etmek de onun kaderindedir aslında. Dolayısıyla, hastalıktan veya ölümden kurtulan, ya da hayatının akışı tamamen değişen insanlar, hepsi kaderlerinde olduğu için bunları yaşarlar. Allah, bu durumu ayetlerinde şöyle bildirir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, insanın karşılaştığı her olay Allah Katındaki bir kitapta önceden tespit edilerek yazılmıştır. Ve Allah, bu nedenle insanın elinden çıkana üzülmemesi gerektiğini söyler. Örneğin büyük bir yangında veya girdiği ticaret hayatında tüm malını mülkünü kaybeden bir insan, bunu kaderinde olduğu için yaşar. Bunu engellemesi veya önüne geçmesi mümkün değildir. O zaman bunun için üzülmesi de anlamsız olacaktır. Allah, insanları kaderlerinde belirlediği birçok olayla dener. Bu olaylara tevekkül edenler, Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanırlar. Tevekkülsüz davrananlar ise, hem dünyada sıkıntı, huzursuzluk ve mutsuzluk yaşarlar, hem de ahirette sonsuz bir azapla karşılık görürler. Tevekkülün insan için hem dünyada hem de ahirette büyük bir kazanç ve kolaylık olduğu çok açık bir gerçektir. Allah, tevekkülle ilgili sırları müminlere vererek onların üzerinden zorlukları almış ve onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getirmiştir

15 Haziran 2009 Pazartesi

DİNDE REFORM YAPMAK (YENİLİK YAPMAK İSTEYENLER) DİNİ ÇAĞA UYDURMAK İÇİN DİRENENLER ALLAHI YETERİNCE TANIMIYORLAR...

"""LEVHİ MAHFUZ "EKSİ SONSUZ SAYIDAN ARTI SONSUZ SAYIYA KADAR HERŞEYİN DOĞUMUNDAN ÖLÜMÜNE KADAR OLAN TÜM HADİSELERİN YAZILDIĞI VE YARATILDIĞI BİR KİTAPTIR".HER ŞEYDE BİR ANDA YARATILMIŞTIR".. MEZHEPSİZLER VE DİNDE REFORMCULAR İSE ALLAHI HAKKIYLE TANIYAMADIKLARINDAN..... "İNSANLARI ARKADAN KOVALAYAN BİR ALLAH OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORLAR""" TEKNOLOJİYE HAYRET EDEREK "İNSANLARIN TEKNOLOJİYİ YARATTIĞINI TEKNOLOJİK GELİŞMELERE HAYRANLIK DUYARAK" ZAMAN KAVRAMININ DÖNDÜĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORLAR. OYSA ZAMAN KAVRAMI YOKTUR. UÇAKTA TELEVİZYONDA CEP TELEFONU DA BİLGİSAYARDA AYNI ANDA OL DENİLEREK YARATILMIŞTIR. LEVHİ MAHFUZUN İÇİNDE KAYITLIDIR. AMA İNSANLAR ZAMANA BAĞLI OLARAK BUNLARA TESADÜF ETMİŞLERDİR RASTLAMIŞLARDIR. ONUN İÇİNDE İNSAN NEFSİ KENDİNİ BİR YARATICI OLARAK KABUL ETMİŞ KAŞİFLER KEŞİFLERİYLE ÖVÜNMÜŞ, İMARA (YAPIYA) BAKMIŞLARDIR. MİMARA PROJEYİ ÇİZENE DİKKAT ETMEMİŞLERDİR. KAİNATTA OLMUŞ OLACAK HERŞEYİN TEK MİMARI ALLAHTIR. BUNU ALGILAYAMADIKLARI İÇİN " DİNDE BULUNAN KURALLARI DEĞİŞTİRMEYE KALKMIŞLAR. KİMİ TÜP BEBEK İÇİN FETVA VERMİŞ, KİMİ UÇAKLARIN ÇIKTIĞINI BU NEDENLE KADININ TEK BAŞINA HACCA BİLE GİDEBİLECEĞİNİ SÖYLEYEREK DİNİN KURALLARINI HİÇE SAYMIŞLAR AKILLARINCA YORUM GETİRMİŞLERDİR. ESKİDEN ŞÖYLEYDİ ŞİMDİ BÖYLE... ALLAH KATINDA ESKİ VE YENİ YOKTUR. GEÇMİŞ ZAMAN ŞİMDİKİ ZAMAN VE GELECEK ZAMAN YOKTUR. BİR ANDIR HEPSİ. ALLAHIN NASIL BİR YARATICI OLDUĞUNU NAÇİZHANE ŞÖYLE MİSALLERLE ANLATMAYA ÇALIŞACAĞIM. İNSANOĞLUNUN UĞRAŞARAK FABRİKALARDA ÜRETTİĞİ VE BİR SÜRÜ AŞAMADAN GEÇİRDİĞİ ARABALAR UÇAKLAR TELEVİZYONLARI ALLAH HİÇ BİR VASITAYA VE YARDIMCIYA GEREK KALMAKSIZIN BİR ANDA MİLYONLARCA YARATABİLİR OL DEDİĞİNDE YERLERİ GÖKLERİ BUNUNLA DOLDURBİLİR. HATTA TV BİLGİSAYAR YENİ Mİ KEŞFEDİLDİ. ALLAH İSTESE FATİH SULTAN MEHMET ZAMANINDA DA AYNI ANDA BİLGİSAYARI BİNLERCE YARATABİLİRDİ.... YANİ ZAMAN KAVRAMI ALLAH KATINDA YOKTUR. ONUN İÇİN TEKNOLOJİ SONRADAN OLUŞAN GELİŞEN BİR ŞEY DEĞİLDİR. ANCAK ALLAH İNSANLARAR VERDİĞİ AKIL DÜŞÜNCE BEYİN GÜCÜNÜN HAREKET ETMESİNİ İZLEMİŞ VE ONLARA MEŞGALE SAĞLAMIŞ, GÜZEL FAYDALI ŞEYLERİ DÜŞÜNDÜRMÜŞ, ÜRETTİRMİŞ VE BUNLARI DA SEVABA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜR. YANİ ALLAH SEVAP VERMEK İÇİN FAKİRİ DE YARATMIŞ ZENGİNİ DE YARATMIŞ ALTINI PARAYI DA YARATMIŞ VE BUNLARIN HAL VE HAREKETLERİNİ İZLEMEKTEDİR. BİR ANDA HEPSİNİ İZLEMİŞ NEYİN NASIL OLACAĞINI KİMİN CİMRİLİK EDECEĞİNİ, KİMİN CÖMERTLİK EDECEĞİNİ EZELDEN EBEBE BİLMEKTEDİR. BU NEDENLE "MEZHEPSİZLERİN, YA DA DİNDE (ALLAHIN KURAL VE KAİDELERİNDE) DEĞİŞİKLİK YAPMAK İSTEYENLER" YARATICININ BU ÜSTÜN ÖZELLİĞİNİ ÇÖZEMEMİŞLERDİR. KENDİLERİNDE ŞİRK KOŞARAK "BUNU YAPMALIYIZ, MADEM ALLAH BANA BU AKLI VERDİ BU AKLI KULLANAYIM DİYE DÜŞÜNMEKTEDİR" kalpleri kararmıştır. TEKNOLOJİDE HER TÜRLÜ GELİŞME SERBESTTİR . ANCAK HAŞA ALLAH "DİNİ EKSİK BIRAKMAMIŞTIR".... BİR KİŞİ KURANI ANLAYAMIYORSA, HADİSLERİ KAVRAYAMIYORSA BU DİNİN EKSİK OLDUĞU MANASINI ELBETTE TAŞIMAZ. DİN BÜTÜNDÜR. TÜM DİNLER İSLAMDIR. (TÜM KİTAPLARDA AYNI EMİRLER VARDIR) TÜM PEYGAMBER MUHAMMED MUSTAFA 'YA TABİDİR. TÜM CİNLER İNSANLARIN DA PEYGAMBERİDİR. ADEM ALEYHİSSELAM YARATILDIĞINDA GÖZÜNÜ AÇTIĞINDA, ALLAHIN İSMİ YANINDA RESULULLAHIN İSMİNİN YAN YANA GÖRMÜŞTÜR".... ONUN İÇİN DİNDE REFORM YAPMAK İSTEYENLERİN YANILDIĞI NOKTA ZAMANIN İÇİNE DALMALARI, VE KURANDA YAZILI KURALLARIN "ÇAĞA UYGUN DÜŞMEDİĞİNİ" DÜŞÜNEREK KENDİLERİNCE "DİNE KOLAYLIK GETİRMELERİ VE YENİLİK GETİRMELERİ" VE MÜSLÜMANLARA FAYDALI OLDUKLARINI SANMALARIDIR. REŞİT RIZA, ABDUH, SEYYİD KUTUP, EFGANİ, HANGİ BİRİNE BAKARSAK BAKALIM. BUNLAR NE KADAR HALİSHANE İYİ NİYETLE HAREKET ETSELERDE... "ŞİRK" ALLAHA ORTAK KOŞMADA HİÇ BİR İYİNİYET ARAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. ALLAHI EKSİK GÖRMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. YARATICIDA HİÇ BİR KUSUR YOKTUR. ALLAHI HAKKIYLA TANIYAN VE TESLİM OLAN KİŞİ MÜ'MİNDİR...

ACİZLER BASİTLER ASİLLER BEYNİ GELİŞMİŞLER

BEYNİ GELİŞMEMİŞ İNSANLAR DİĞER İNSANLARI TARTIŞIR….BEYNİ ORTA GELİŞMİŞ İNSANLAR OLAYLARI TARTIŞIR-OLAYLARI YARGILAR- BEYNİ FAZLA GELİŞMİŞ İNSANLAR İSE SİSTEMLERİ TARTIŞIR……. “…..ASİLLER İDARE EDER….ACİZLER ŞİKAYET EDER….. BASİTLER İFTİRA EDER

ALLAH BAZILARINI NEDEN ZENGİN EDER?

Gerçek zenginlik yalnızca Allah'a aittir. O dilediğini Kendi fazlından zengin kılar, dilediğini de belli bir süreye kadar yoklukla dener. 'Varis' sıfatında da belirttiğimiz gibi herşeyin varisi yalnızca Allah'tır. İnsanların dünyada sahip oldukları zenginlikler, mal-mülk de yalnızca Allah'a aittir.
Her insan hayatı boyunca çalışıp kazandığı herşeyi ölümüyle birlikte muhakkak geride bırakmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen yaşadığı kısa hayatta mal-mülk sahibi olmakla övünen, zenginliğiyle büyüklenen ve bunun sonucunda Allah'ı unutan kişiler için Kuran'da şöyle hükmedilmektedir:
Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56) Müminun Suresi 55-56 ayetinde açıklamak istenen şey... Mülkün yaratıcısı dilediğine dilediği kadar mülk vermekte mülkün yaratıcısı ve paylaştırıcısı da kendisidir. Evet mülkün çok olması, insanın çevresinde abi diyen dalkavuğun çok olması, hükümet adamlarının saygı ile davranması, ya da siyasi gücü olması gibi etkenler ALLAHTAN KULU UZAKLAŞTIRAN KALPLERİ KARARTAN BİR AĞIRLIKTIR. Bu nedenle şeytan devreye giriyor ve fısıldıyor herşeyi allah yarattı sen sorumlu değilsin zaman akıyor zaman içinde olup bitene hiç sesini çıkarma başını öne eğ, Bilmeden hata yapsan bile Allah affedicidir diyerek zenginliğin içine dalmış evliya dahi gafletlere dalarak haramları mübah görüyor caizdir, ilmi siyasettir diyerek kendince yorumlara giriyor. Burada amacın islamı dini yaymak diğer insanları hidayete erdirmek için kendisinin görevlendirildiği hissi veriliyor. ve çok acı bir durumdur. Onun için günümüzdeki CEMAATLERİN Allaha ulaşmak ve Mevlanın kelamını yaymak amacıyla TİCARET Yaptıklarını, Bina üzerine bina yaptıklarını, ve HARAM OLAN HERŞEYİ DE MÜBAH GÖRDÜKLERİNİ İBRETLE İZLEMEKTEYİZ. ".......HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZ..."İNANDIĞINIZ GİBİ YAŞAMAZSANIZ, YAŞADIĞINIZ GİBİ İNANIRSINIZ"...BUYURMUŞTUR.

HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR? PEKİ ALLAH NEDEN ŞERRİ YARATTI?

HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR…. PEKİ ALLAH NEDEN ŞERRİ YARATTI ?Şerre alet olan şarabın yaratılması da Allah'a ait. Çünkü üzümü yaratan Allah... Üzümden şarap yapan insanlardır.Alkolün yaratılması şer değildir içilmesi şerdir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Dikenler kötü deniyor. Köylüler dikenli ağaçları keser yakarlar; meyve veren ağaçlar böylece kurtulur.Gübre pistir. Bahçeye gübre çeksek verim artar.Diyorlar ki "Pisliği yani gübreyi Allah yaratmıştır demeyi Esma-ül Hüsna'ya yakıştıramıyoruz. O zaman sorarlar gübreyi yaratan kim? Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz bir şehirde iki vali olmaz; kainat denilen bu büyük âlemin Hakim-i Mutlak'ı Allah'tır.Zehir tehlikelidir. Eczacılar ilaç yaparken zehir kullanır. Ölçü dahilindeki zehir şifadır.Silah kötüdür. Vatanı koruyan silah azizdir.Mikroplar çok zararlıdır. Fakat tıp dünyası mikroplar üzerine kurulmuştur. Mikropların varlığı insanları temizliğe sevk etmiştir.Öyle hastalıklar var ki hasta durmadan "Allah" diye zikrediyor. Allah dedirten mikrobun neresi kötü? Sapıtan insana haddini bildiren mikrop ne kadar güzeldir...Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Yağmurlar birisine zarar verdi diye yağmura şer denemez. Yağmur rahmettir. "Yağmur yağmazsa barajlardaki su bitecek. Su kesintisi başlayacak." diyorlar. Hani yağmur kötüydü? Temmuzun sıcak güneşi bir kısım otları kurutuyorsa ona şer denemez. Çünkü tabiat kazanını kaynatan o kazanda çeşit çeşit rızıkları hazırlayan güneştir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır. Hayrı ve şerri yaratan Allah'tır. Onlardan faydalanan veya zarar gören insandır. Peki Allah hiç mi felaket göndermez? Gönderir elbette... Amma her felakette bir rahmet bir hayır vardır. Zengin bir aile zenginliğine uygun olarak bahçe içinde bir evde yaşıyordu. Evdeki mefruşat ve bütün eşyalar en son modeldi. Rüya âleminde yaşıyor gibiydiler. Doktorun teşhisi onlara büyük bir felaket gibi geldi. Büfelerden içkiler indirildi salonlarda kelebek gibi uçmaktan vazgeçtiler. Hastalık ağırlaştıkça ağırlaştı. Her şey onlar için zehir oldu. Dünyaları karardı. Düşündüler... Mal gitti ev gitti eğlence bitti. Sadece Allah kaldı... Paranın kıymeti yok makamın kıymeti yok. Neyin kıymeti var o zaman? Allah'ın kıymeti var... Yaşlarının ilerlemesine rağmen Kur'an-ı Kerim öğrenmeye başladılar. Namaz kıldılar. Bu şekilde İslam sarayının kapısından girmiş oldular. O musibet onlar için koltuk değneği oldu. Koltuk değneklerine dayana dayana İslam sarayına girdiler.Hayır; “meşru iş, faydalı amel, iyilik” demektir. Şer ise, onun zıddı olup “zararlı iş, kötülük”anlamına gelir. Hayır ve şer Allah’tandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak O’dur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yoktur. Hayır ve şer, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgilidir. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalıdır.Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... hepsi birer fiildir. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. İşlenen fiil, yapılan iş, İslâm’a uygun ise ‘hayır’, aksi halde ‘şer’ olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, O’nu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilir.İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î iradesini o işi yapmaya sarfeder. Neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil ‘hayır’ olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim:Görme fiilinin yaratıcısı Allah’dır. Göz fabrikası O’nun, ışık O’nun, görülen bütün eşya da O’nundur. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’dır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır” olur, haramsa “şer” olur. Hayrı da O yaratır, şerri de.İslam inancına göre, şerrin yaratılması şer değildir; şer olan, onu kesb etmek, yani ona yönelmek, onu irade etmek ve işlemektir. Bütün ilâhî isimler gibi, bütün ilâhî fiiller de güzeldirler. Hâlık ismi güzel olduğu gibi, yaratma fiili de güzeldir. Rezzak ismi güzel olduğu gii rızıklar da güzeldirler.Rahman ismi gibi, Kahhar ismi de güzeldir; güzel olmayan, kahrı gerektiren isyanları işlemektir.Suç işlemek şerdir, ama suçluyu hapse atmak şer değildir. Dalâlet fırkalarından birisi olan Mutezile Mezhebinde, şerrin yaratılması, şer telâkki edilir. Buna göre, canilere ceza vermeyi şer kabul etmek gerekiyor. İnsanın kanındaki alyuvar ve akyuvarları yaratan Allah olduğu gibi, onun manevî kalbinde hidayet ve dalâleti de yaratan yine O’dur. Hidayet hayırdır, dalâlet ise şerdir. Bunların her ikisine de kulun kendisi talip olur. Ve yine bunların her ikisini de Allah yaratır.Bu imtihan meydanının bir gereği de, “bir kul, hayır olsun, şer olsun her neyi isterse” Allah’ın onu yaratması değil midir? Hidayet yolunu tercih edenlerde Hâdi, yani hidayete erdirici ismi, sapık yollara girenlerde ise Mudil, yani “dalâlete düşürücü” ismi tecelli eder. Birincilere yolun doğrusu gösterilmiş, ikincilere ise arzu ettikleri yanlış yol açılmış ve geçmelerine izin verilmiştir. Her iki isim de, her iki tecelli de güzeldirler. Güzel olmayan, hidayeti bırakıp dalâleti tercih etmek, onu istemek, ona yönelmektir.Nur Külliyatında bu hakikat açıklanırken enteresan bir misâl verilir: Ateş. Ateşin yaratılması şer değildir; ateşin binlerce faydası bunu ispat eder. Şer olan, ateşe temas etmek, O’nunla yangın çıkarmaktır.Şu da var ki, insanlar, çoğu zaman, “şer“ kelimesini kendi hoşlarına gitmeyen, rahatlarını kaçıran ve huzurlarını bozan şeyler için kullanırlar. Hâlbuki, bu hadiseler insan için birer imtihan vesilesi, birer terakki aracıdır. İnsanoğlu bu şerlerin altında nice hayırlar bulunduğunu bilemez ve sabırsızlık göstererek şikayet yolunu tutar ve böylece onları kendi hakkında şerre çevirir.İnsanın bu kısa nazarı ve bu yanlış tutumu, cihatla ilgili bir âyet-i kerimede şöyle sergilenir. “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki o hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara Sûresi, 216)Demek ki, hoşlanmadığımız ve şer sandığımız birçok hadise, gerçekte hayrı netice verebilmektedir; hastalığın günahlara kefaret olması gibi. Bazen de hoşlandığımız şeylerin hakkımızda şer olduğunu görüyoruz; servet ve makamın kibir ve gurura yol açması gibi.İnsan hayrı da şerri de cüzi iradesiyle kendisi işler. Ama ikisinin de yaratıcısı Allahü teâlâdır. İşte âyet-i kerime meali: (Zerre kadar iyilik yapan, onun mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da onun cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]Bu âyet, kendi irade-i cüziyyemizle hayır ve şer işlediğimizi gösteriyor. Öyle olmasa, iyilik işleyen Cennete, kötülük işleyen Cehenneme gönderilmez. Hayrı ve şerri işlememize izin veren yani hayrı ve şerri yaratan yine Allahü teâlâdır. İki âyet meali şöyledir:(Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.) [İbrahim 4](Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96](Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] Kadı Beydavi hazretleri bu âyeti, (Hayrı, şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allahü teâlâdır. Her şey Onun tasarrufu altındadır) diye açıklıyor. Şimdi Nisa suresine bakalım: (Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]Âyette tevile ihtiyaç kalmadan, hepsi Allah’tandır ifadesi geçiyor. İyilik de kötülük de, hayır da şer de Allah’tandır. Allah’tan başka yaratıcı olur mu hiç? Elbette hepsi Allah’tandır. Bundan sonraki âyette ise şöyle buyuruluyor: (Sana ne iyilik gelirse Allah’tan, kötülük ise kendindendir.) [Nisa 79]Hâşâ bu âyet bir önceki âyete zıt değil ki. Bir insana kötülük gelirse, bu kendi günahı sebebiyledir. Ama onun yaratıcısı yine Allah’tır. İşte bir âyet meali: (Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder [musibete maruz bırakmaz]) [Şura 30]Kötülük kendindendir demek, kul günahı işleyince Allahü teâlâ onu, günahı sebebiyle belaya maruz bırakıyor demektir. Yoksa kul kötülüğü kendisi yaratıyor demek değildir. Resulullah efendimiz, imanla ilgili âyetleri açıklıyor, Kur’an-ı kerimden sonra en sağlam kitap olan Buhari ve Müslim’de (İman, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır) buyuruyor. Yine buyuruyor ki:(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]RESULULLAH EFENDİMİZ BUYURDU Kİ….(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]Nefsimiz yaratıcı değildir. İSTEYİCİDİR. DİLEYİCİDİR….Ehl-i sünnet kitaplarında, hem hayır şer Allah’tan deniyor, hem de kul işlediği günahlardan sorumlu deniyor. Bu çelişki değil mi? Günahları nefsimiz yaratmıyor mu?SORUSUNA DİLİM YETTİĞİNCE AÇIKLAMA GETİRMEYE ÇALIŞACAĞIM…..Dinimizde çelişki olmaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır, başka yaratıcı yoktur. Nefsimiz bir şey yaratamaz. Nefsimizi yaratıcı bilmek mutezilenin görüşüdür. Nefsimiz insan ve cin gibi mükellef bir mahluk bile değildir. İnsan ölünce nefsi yok olacaktır. Mükellef bile olmayan ve yok olup gidecek bir şeye yaratıcı demek ne kadar yanlıştır. İmanın altı esasından birisi de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Buna inanmayan Müslüman olamaz. Resulullahın vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Allahü teâlâdır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmayı, çeşitli sebeplerle hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak irade edince, O irade etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irade ettikleri zaman, O da irade eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, O da irade eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep kötülük hasıl olur. Demek ki, insanlar, bir alet, bir vasıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan İrade-i cüziyye’lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap, kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların iradeleri ile yaratmasını ezelde dilemiştir. İşlerin insan iradesi ile yaratılması, ezeldeki ilahi irade ile yaratılması demektirHayır: “Meşru iş. Faydalı amel. İyilik,Şer: zararlı iş. Kötülük.”Hayır ve şer Allahtandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak Odur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yok. Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allahın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgili. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalı. Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... Hepsi birer fiil. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allahtır. İşlenen fiil, İslâma uygun ise hayır, aksi halde şer olur. Zaten Allahın birliğine iman eden bir insan, Onu bütün bu işlerin bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilmiş olmuyor mu?” İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüzî iradesini o işi yapmaya sarf eder. Neticeyi yaratan ise Allahtır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil hayır olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... Cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim: Görme fiilinin yaratıcısı Allahtır. Göz fabrikası Onun. Işık Onun.. Görülen bütün eşya da Onun. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allahtır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır”, haramsa “şer olur.”ŞER-kötülük Allah’tan mı gelir?Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. Önce bu ayetlere bakalım: Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi - 78/79) 78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal Arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayette tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (tarafından) kelimesi geçer. Fakat yukarıda mealini verdiğimiz 79. ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah –indillah-) dır. Bu ayetlerin yerine doğru mealleri verilmiş kelimeleri koyduğumuzda var gibi görülen çelişkinin yok olduğu görülecektir: Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır. İNSAN NEFSİ KÖTÜLÜĞÜ İSTEMEKTE, ALLAHTA YARATMA SIFATIYLA YARATMAKTADIR. Talep edilince yaratılma olayı vuku bulmaktadır. Allahın hoşnut olduğunu yaratmasıyla dilediğini yaratması farklıdır. Mesela İÇKİ HARAMDIR. Ancak şarap fabrikası alkol üretmek istediği zaman Allah nefsin isteğine göre yaratmaktadır. Haramı isteyen insan nefsidir. İnsan nefsinin istemesine göre yaratan da Allah tır. Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır; ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır.

ALLAHTAN BAŞKA KİMSENİN YARATMA GÜCÜ YOK PEKİ KÖTÜLÜKLERİ DE ALLAH MI YARATIYOR? DÜNYADA NEDEN BU KADAR KÖTÜ OLAY OLUYOR SAVAŞLAR ÖLÜMLER CİNAYETLER?

HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR…. PEKİ ALLAH NEDEN ŞERRİ YARATTI ?Şerre alet olan şarabın yaratılması da Allah'a ait. Çünkü üzümü yaratan Allah... Üzümden şarap yapan insanlardır.Alkolün yaratılması şer değildir içilmesi şerdir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Dikenler kötü deniyor. Köylüler dikenli ağaçları keser yakarlar; meyve veren ağaçlar böylece kurtulur.Gübre pistir. Bahçeye gübre çeksek verim artar.Diyorlar ki "Pisliği yani gübreyi Allah yaratmıştır demeyi Esma-ül Hüsna'ya yakıştıramıyoruz. O zaman sorarlar gübreyi yaratan kim? Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz bir şehirde iki vali olmaz; kainat denilen bu büyük âlemin Hakim-i Mutlak'ı Allah'tır.Zehir tehlikelidir. Eczacılar ilaç yaparken zehir kullanır. Ölçü dahilindeki zehir şifadır.Silah kötüdür. Vatanı koruyan silah azizdir.Mikroplar çok zararlıdır. Fakat tıp dünyası mikroplar üzerine kurulmuştur. Mikropların varlığı insanları temizliğe sevk etmiştir.Öyle hastalıklar var ki hasta durmadan "Allah" diye zikrediyor. Allah dedirten mikrobun neresi kötü? Sapıtan insana haddini bildiren mikrop ne kadar güzeldir...Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Yağmurlar birisine zarar verdi diye yağmura şer denemez. Yağmur rahmettir. "Yağmur yağmazsa barajlardaki su bitecek. Su kesintisi başlayacak." diyorlar. Hani yağmur kötüydü? Temmuzun sıcak güneşi bir kısım otları kurutuyorsa ona şer denemez. Çünkü tabiat kazanını kaynatan o kazanda çeşit çeşit rızıkları hazırlayan güneştir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır. Hayrı ve şerri yaratan Allah'tır. Onlardan faydalanan veya zarar gören insandır. Peki Allah hiç mi felaket göndermez? Gönderir elbette... Amma her felakette bir rahmet bir hayır vardır. Zengin bir aile zenginliğine uygun olarak bahçe içinde bir evde yaşıyordu. Evdeki mefruşat ve bütün eşyalar en son modeldi. Rüya âleminde yaşıyor gibiydiler. Doktorun teşhisi onlara büyük bir felaket gibi geldi. Büfelerden içkiler indirildi salonlarda kelebek gibi uçmaktan vazgeçtiler. Hastalık ağırlaştıkça ağırlaştı. Her şey onlar için zehir oldu. Dünyaları karardı. Düşündüler... Mal gitti ev gitti eğlence bitti. Sadece Allah kaldı... Paranın kıymeti yok makamın kıymeti yok. Neyin kıymeti var o zaman? Allah'ın kıymeti var... Yaşlarının ilerlemesine rağmen Kur'an-ı Kerim öğrenmeye başladılar. Namaz kıldılar. Bu şekilde İslam sarayının kapısından girmiş oldular. O musibet onlar için koltuk değneği oldu. Koltuk değneklerine dayana dayana İslam sarayına girdiler.Hayır; “meşru iş, faydalı amel, iyilik” demektir. Şer ise, onun zıddı olup “zararlı iş, kötülük”anlamına gelir. Hayır ve şer Allah’tandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak O’dur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yoktur. Hayır ve şer, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgilidir. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalıdır.Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... hepsi birer fiildir. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. İşlenen fiil, yapılan iş, İslâm’a uygun ise ‘hayır’, aksi halde ‘şer’ olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, O’nu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilir.İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î iradesini o işi yapmaya sarfeder. Neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil ‘hayır’ olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim:Görme fiilinin yaratıcısı Allah’dır. Göz fabrikası O’nun, ışık O’nun, görülen bütün eşya da O’nundur. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’dır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır” olur, haramsa “şer” olur. Hayrı da O yaratır, şerri de.İslam inancına göre, şerrin yaratılması şer değildir; şer olan, onu kesb etmek, yani ona yönelmek, onu irade etmek ve işlemektir. Bütün ilâhî isimler gibi, bütün ilâhî fiiller de güzeldirler. Hâlık ismi güzel olduğu gibi, yaratma fiili de güzeldir. Rezzak ismi güzel olduğu gii rızıklar da güzeldirler.Rahman ismi gibi, Kahhar ismi de güzeldir; güzel olmayan, kahrı gerektiren isyanları işlemektir.Suç işlemek şerdir, ama suçluyu hapse atmak şer değildir. Dalâlet fırkalarından birisi olan Mutezile Mezhebinde, şerrin yaratılması, şer telâkki edilir. Buna göre, canilere ceza vermeyi şer kabul etmek gerekiyor. İnsanın kanındaki alyuvar ve akyuvarları yaratan Allah olduğu gibi, onun manevî kalbinde hidayet ve dalâleti de yaratan yine O’dur. Hidayet hayırdır, dalâlet ise şerdir. Bunların her ikisine de kulun kendisi talip olur. Ve yine bunların her ikisini de Allah yaratır.Bu imtihan meydanının bir gereği de, “bir kul, hayır olsun, şer olsun her neyi isterse” Allah’ın onu yaratması değil midir? Hidayet yolunu tercih edenlerde Hâdi, yani hidayete erdirici ismi, sapık yollara girenlerde ise Mudil, yani “dalâlete düşürücü” ismi tecelli eder. Birincilere yolun doğrusu gösterilmiş, ikincilere ise arzu ettikleri yanlış yol açılmış ve geçmelerine izin verilmiştir. Her iki isim de, her iki tecelli de güzeldirler. Güzel olmayan, hidayeti bırakıp dalâleti tercih etmek, onu istemek, ona yönelmektir.Nur Külliyatında bu hakikat açıklanırken enteresan bir misâl verilir: Ateş. Ateşin yaratılması şer değildir; ateşin binlerce faydası bunu ispat eder. Şer olan, ateşe temas etmek, O’nunla yangın çıkarmaktır.Şu da var ki, insanlar, çoğu zaman, “şer“ kelimesini kendi hoşlarına gitmeyen, rahatlarını kaçıran ve huzurlarını bozan şeyler için kullanırlar. Hâlbuki, bu hadiseler insan için birer imtihan vesilesi, birer terakki aracıdır. İnsanoğlu bu şerlerin altında nice hayırlar bulunduğunu bilemez ve sabırsızlık göstererek şikayet yolunu tutar ve böylece onları kendi hakkında şerre çevirir.İnsanın bu kısa nazarı ve bu yanlış tutumu, cihatla ilgili bir âyet-i kerimede şöyle sergilenir. “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki o hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara Sûresi, 216)Demek ki, hoşlanmadığımız ve şer sandığımız birçok hadise, gerçekte hayrı netice verebilmektedir; hastalığın günahlara kefaret olması gibi. Bazen de hoşlandığımız şeylerin hakkımızda şer olduğunu görüyoruz; servet ve makamın kibir ve gurura yol açması gibi.İnsan hayrı da şerri de cüzi iradesiyle kendisi işler. Ama ikisinin de yaratıcısı Allahü teâlâdır. İşte âyet-i kerime meali: (Zerre kadar iyilik yapan, onun mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da onun cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]Bu âyet, kendi irade-i cüziyyemizle hayır ve şer işlediğimizi gösteriyor. Öyle olmasa, iyilik işleyen Cennete, kötülük işleyen Cehenneme gönderilmez. Hayrı ve şerri işlememize izin veren yani hayrı ve şerri yaratan yine Allahü teâlâdır. İki âyet meali şöyledir:(Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.) [İbrahim 4](Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96](Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] Kadı Beydavi hazretleri bu âyeti, (Hayrı, şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allahü teâlâdır. Her şey Onun tasarrufu altındadır) diye açıklıyor. Şimdi Nisa suresine bakalım: (Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]Âyette tevile ihtiyaç kalmadan, hepsi Allah’tandır ifadesi geçiyor. İyilik de kötülük de, hayır da şer de Allah’tandır. Allah’tan başka yaratıcı olur mu hiç? Elbette hepsi Allah’tandır. Bundan sonraki âyette ise şöyle buyuruluyor: (Sana ne iyilik gelirse Allah’tan, kötülük ise kendindendir.) [Nisa 79]Hâşâ bu âyet bir önceki âyete zıt değil ki. Bir insana kötülük gelirse, bu kendi günahı sebebiyledir. Ama onun yaratıcısı yine Allah’tır. İşte bir âyet meali: (Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder [musibete maruz bırakmaz]) [Şura 30]Kötülük kendindendir demek, kul günahı işleyince Allahü teâlâ onu, günahı sebebiyle belaya maruz bırakıyor demektir. Yoksa kul kötülüğü kendisi yaratıyor demek değildir. Resulullah efendimiz, imanla ilgili âyetleri açıklıyor, Kur’an-ı kerimden sonra en sağlam kitap olan Buhari ve Müslim’de (İman, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır) buyuruyor. Yine buyuruyor ki:(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]RESULULLAH EFENDİMİZ BUYURDU Kİ….(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]Nefsimiz yaratıcı değildir. İSTEYİCİDİR. DİLEYİCİDİR….Ehl-i sünnet kitaplarında, hem hayır şer Allah’tan deniyor, hem de kul işlediği günahlardan sorumlu deniyor. Bu çelişki değil mi? Günahları nefsimiz yaratmıyor mu?SORUSUNA DİLİM YETTİĞİNCE AÇIKLAMA GETİRMEYE ÇALIŞACAĞIM…..Dinimizde çelişki olmaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır, başka yaratıcı yoktur. Nefsimiz bir şey yaratamaz. Nefsimizi yaratıcı bilmek mutezilenin görüşüdür. Nefsimiz insan ve cin gibi mükellef bir mahluk bile değildir. İnsan ölünce nefsi yok olacaktır. Mükellef bile olmayan ve yok olup gidecek bir şeye yaratıcı demek ne kadar yanlıştır. İmanın altı esasından birisi de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Buna inanmayan Müslüman olamaz. Resulullahın vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Allahü teâlâdır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmayı, çeşitli sebeplerle hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak irade edince, O irade etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irade ettikleri zaman, O da irade eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, O da irade eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep kötülük hasıl olur. Demek ki, insanlar, bir alet, bir vasıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan İrade-i cüziyye’lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap, kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların iradeleri ile yaratmasını ezelde dilemiştir. İşlerin insan iradesi ile yaratılması, ezeldeki ilahi irade ile yaratılması demektirHayır: “Meşru iş. Faydalı amel. İyilik,Şer: zararlı iş. Kötülük.”Hayır ve şer Allahtandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak Odur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yok. Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allahın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgili. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalı. Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... Hepsi birer fiil. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allahtır. İşlenen fiil, İslâma uygun ise hayır, aksi halde şer olur. Zaten Allahın birliğine iman eden bir insan, Onu bütün bu işlerin bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilmiş olmuyor mu?” İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüzî iradesini o işi yapmaya sarf eder. Neticeyi yaratan ise Allahtır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil hayır olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... Cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim: Görme fiilinin yaratıcısı Allahtır. Göz fabrikası Onun. Işık Onun.. Görülen bütün eşya da Onun. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allahtır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır”, haramsa “şer olur.”ŞER-kötülük Allah’tan mı gelir?Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. Önce bu ayetlere bakalım: Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi - 78/79) 78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal Arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayette tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (tarafından) kelimesi geçer. Fakat yukarıda mealini verdiğimiz 79. ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah –indillah-) dır. Bu ayetlerin yerine doğru mealleri verilmiş kelimeleri koyduğumuzda var gibi görülen çelişkinin yok olduğu görülecektir: Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır. İNSAN NEFSİ KÖTÜLÜĞÜ İSTEMEKTE, ALLAHTA YARATMA SIFATIYLA YARATMAKTADIR. Talep edilince yaratılma olayı vuku bulmaktadır. Allahın hoşnut olduğunu yaratmasıyla dilediğini yaratması farklıdır. Mesela İÇKİ HARAMDIR. Ancak şarap fabrikası alkol üretmek istediği zaman Allah nefsin isteğine göre yaratmaktadır. Haramı isteyen insan nefsidir. İnsan nefsinin istemesine göre yaratan da Allah tır. Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır; ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır.

KADER NEDİR MUHAFAZA EDİLEN HERŞEYİN YAZILDIĞI LEVHİ MAHFUZ NEDİR

KADER NEDİR? LEVHİ MAHFUZ(MUHAFAZA EDİLEN KİTAP NEDİR?)
Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülenler, sinirlenenler, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere yormaktadırlar. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.Kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Bunun yerine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz’in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi,"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)Bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir. Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)…KADERE TESLİMİYETİN ÖNEMİBir insan, eğer Allah dilerse güzellikten zevk alır. Allah dilerse keşifler yapar, teknoloji icat eder. Eğer Allah isterse beste yapar, keman çalar, kitap yazar. İnsan, eğer Allah dilerse sevinir, üzülür, zevk alır, heyecanlanır, endişelenir, coşku duyar. Bir müzikten hoşlanması Allah'ın dilemesiyledir. Bir güzelliği takdir etmesi Allah'ın dilemesiyledir. Güzel manzaradan, güzel kıyafetten, güzel davranıştan, çiçekten, tavşandan, bir tablodan, pastadan hoşlanması Allah'ın dilemesiyledir. Eğer Allah dilemezse, bu hislerin ve bu yeteneklerin hiçbirine sahip olamaz. Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülen, sinirlenen, bağırıp çağıran insanlar, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere üzmektedirler. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır. Örneğin, bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir.Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)İşte bu yüzden, kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimizin insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)Allah bir başka ayetinde ise, "Hiç şüphesiz, biz herşeyi kader ile yarattık." (Kamer Suresi, 49) şeklinde bildirmektedir. Sadece insanların değil, tüm canlıların, eşyanın, Güneş'in, Ay'ın, dağların, ağaçların, her varlığın Allah Katında belirlenmiş bir kaderi vardır. Örneğin kırılan bir antika vazo, kaderinde tespit edilen anda kırılmıştır. Birkaç yüzyıllık bu vazo, daha ilk imal edilirken, kimlerin kullanacağı, hangi evin hangi köşesinde, hangi eşyalarla birlikte duracağı belli olarak üretilir. Vazonun her deseni, üzerindeki her renk kaderde önceden tespit edilmiştir. Vazonun hangi gün, hangi saat, hangi dakika, kim tarafından nasıl kırılacağı da Allah'ın hıfzında yaşanmış olarak durmaktadır. Hatta, vazonun ilk imal edildiği an, ilk kez satılmak üzere vitrine konduğu an, bir evin köşesinde durduğu an ve kırılarak parça parça olduğu an, kısacası antika vazonun yüzyıllarca içinde bulunduğu her an, Allah Katında tek bir an olarak mevcuttur. Vazoyu kıran kişi, birkaç saniye önce bile bundan habersizken, Allah Katında o an yaşanmıştır ve bilinmektedir. Bu nedenle Allah, insanlara ellerinden çıkanlara üzülmemelerini bildirir. Çünkü, ellerinden çıkanlar kaderlerinde çıkmıştır ve o insanların bunu değiştirmeye güçleri yoktur. Ancak insanlar kaderlerinde meydana gelen olaylardan bir ders almalı, bunlarla eğitilmeli, bu olaylardaki hikmet ve hayırları görerek, daima, kaderlerini yaratan sonsuz merhametli, şefkatli, adaletli, kullarını esirgeyen ve koruyan Rabbimize yönelmelidirler. Bu önemli gerçekten gafil yaşayan insanlar, hayatları boyunca hep endişe ve korku içinde olurlar. Oysa, her insanın, daha tek bir hücre olduğu halinden ilk okuma yazma öğrendiği ana, üniversite sınavında verdiği cevaplardan hayatı boyunca hangi şirkette ne iş yapacağına, hangi kağıtlara kaç kez imza atacağına, nerede ve nasıl öleceğine kadar her anı Allah Katında bellidir. Bu olayların tümü, Allah'ın hıfzında saklı olarak durmaktadır. Örneğin şu anda, bu insanın cenin hali, ilkokuldaki hali, üniversitedeki hali, 35. yaş gününü kutladığı anı, işine başladığı ilk günü, öldüğünde melekleri gördüğü an, yakınları tarafından defnedildiği ve ahirette Allah'a hesap verdiği anlar, tek bir an olarak Allah'ın Katında bulunmaktadır. O halde, her anı Allah'ın Katında yaşanmış, görülmüş ve halen Allah'ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku duymak, üzülmek büyük bir gaflettir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar kaygılanırsa kaygılansın bir insanın kendisi de, çocuğu da, eşi ve yakınları da kendileri için Allah Katında hazır bulunan hayatlarını yaşayacaklardır.Öyle ise, akıl ve vicdan sahibi bir insanın bu gerçeği kavrayarak, Allah'a ve Allah'ın yarattığı kadere gönülden teslim olması gerekir.Allah'a gönülden teslim olarak boyun eğenler ise, hem Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmayı umabilirler, hem de dünyada ve ahirette, güven ve mutluluk içinde bir huzurlu yaşam sürerler. Çünkü, Allah'a teslim olan, Allah'ın yarattığı kaderin kendisi için en hayırlısı olduğunu bilen bir insanı üzecek, korkutacak, endişelendirecek hiçbir şey yoktur. Bu insan, elinden gelen her çabayı gösterir, ancak bu çabanın da kaderinde olduğunu, ne yaparsa yapsın kaderinde yazılı olanları değiştirmeye güç yetiremeyeceğini bilir.Mümin, Allah'ın yarattığı kadere teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar karşısında elinden geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları hayır yönünde yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde gerçekleştiği ve Allah'ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve rahatlığı içinde olacaktır.Kuran'da bu tavra örnek olarak Hz. Yakub'un çocuklarının güvenliği için almış olduğu bir tedbirden söz edilir. Hz. Yakup, kötü niyetli insanların dikkatini çekmemeleri için oğullarına şehre ayrı ayrı kapılardan girmeyi öğetlemiş, ama bunun Allah'ın belirlemiş olduğu kaderi asla etkilemeyeceğini de onlara hatırlatmıştır:Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)Allah, insanların ne yaparlarsa yapsınlar kaderlerini değiştiremeyeceklerini bir ayetinde şöyle bildirir:Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)Bir insan ölmemek için hayır ve ibadet olan bir işten kaçsa bile, eğer kendine ölüm yazılmışsa zaten ölecektir. Hatta, ölümden kaçmak için başvurduğu yollar ve yöntemler de kaderinde bellidir ve her insan kaderindeki olayı yaşayacaktır. Allah, bu ayette de, insanlara kaderlerinde yarattığı olayların amacının onları denemek ve onların kalplerini temizlemek olduğunu belirtmektedir. Fatır Suresi'nde ise, her insanın ömrünün Allah katında belli olduğu, rahimlere düşen bebeklerin de Allah'ın izniyle olduğu bildirilir:Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)Kamer Suresi'nin aşağıdaki ayetlerinde ise, insanın her yaptığının satır satır yazılı olduğu bildirilirken, cennet halkının yaşadıkları da yaşanmış olaylar olarak anlatılmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, cennetteki gerçek hayat bizim için gelecektir. Ancak, cennette olanların yaşantıları, sohbetleri, ziyafetleri şu anda Allah'ın hıfzında bulunmaktadır. Biz doğmadan önce de tüm insanlığın dünyadaki ve ahiretteki geleceği Allah Katında bir an içinde yaşanmıştır ve Allah'ın hıfzında muhafaza edilmektedir:Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler. Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar. (Kamer Suresi, 52-55)Yeryüzündeki tüm hareketleri, düşünce hareketi, yürüme, konuşma, duyma, kavuşma tanışma, yağmur, ateş, güneş, su hava bir anda yaratılmıştır. Kader özetle: Allahın ilim sıfatı ile başındaki ve sonundaki her saniyesini bildiği olaylardır. Kısa bir örnek vermem gerekirse, Yaşanan ve yaşanacak şeyleri Allahın bilmesi onları rızasıyla yarattığı manasını taşımaz. Esma-i Hünsada, Hoşnut olarak yarattığı ile, dileyerek yarattığı şeyler açıklanmaktadır. Mesela alkol haramdır. Onu da Allah yaratmıştır. Nefis dilemiş, Allah da yaratmıştır. Kaderdeki her hadise de böyledir. Evlenmek için uygusuz bir kadını tanıyıp evlenmişsindir: Allah sen arzu ettiğin istediğin için dileme sıfıtıyla karşına çıkarmıştır. Daha sonra mutsuz olduğunda, burada Cenab-ı Hakkı suçlayacak bir yön yoktur. Nefislerin isteklerine göre bir yaratılma mevcuttur. Bunu da Allah ilim sıfatı içinde başını ve sonunu bilmekte ve yaratmaktadır.13 Yaşındayken, Fatihte Kumrulu Mescidin karşısındaki evimizde ilk okuduğum kitap Altıparmak Peygamberler Tarihiydi, Orada Hazret-i İbrahim Halilullahın, Nemrutla olan hadiseleri anlatılmaktaydı. Orada Peygamberin yaratıcıdan başka bir şeyin dünyayı hareket ettirmediği, ateşe yakma gücü vermediğini, insanların ayaklarını yürüten gücün bile Allahın gücü olduğunu Nemrutu yaratanın da, İbrahim Peygamberi yaratanın da ateşi yaratanında aynı anda hepsini Yukarıda bir tiyatro gibi idare edenin de ALLAH olduğunu o yaşta Elhamdülillah kavradım. Anladım. Birine kovalatıyor birini kaçırtıyor. Burada İbrahim Aleyhisselamın HALİLULLAH Dostum sıfatına sahip olmasını da anladım ve hayranlık duydum. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Dünyanın bir oyun sahnesi olduğu görmüş, maddenin havanın suyun ateşin toprağın tüm mahlukatın hareket eden cismin tek merkezden idare edildiği göründüğünü izlendiğini anlayarak ve iman ederek “Cebrail aleyhisselamın kanatlarını bile geri çevirmiş, ve tam tevekkül ve güvenle kendini Mevlaya teslim etmiştir. İman işte insana böyle bir cesaret ve güven vermektedir: Sonunda bilindiği gibi, Ey nar soğuk ve selamet ol emri geldiğinden Yeryüzündeki tüm ateşlerdeki parlaklık ziya kalarak yakıcılık özelliği aynı anda koybolmuştur. O o kadar yüce bir Allahtırki. Bir anda levhi mahfuzu yaratmış, geçmişi ve geleceği içine koymuştur. Yani mana maddeyi yönetmektedir: Allah sonsuzlara kadar her şeyi yaratmıştır. Cennetliklerin cariyelerinin isimleri bile bellidir. Onlarla geçirilecek zamanda bellidir. Cennette olacak çocukların isimleri de bellidir. (İhyau-Ulumiddinde Cennette isteyenin çocuğu olacağı anlatılmaktadır 4.cildin son kısmı) Yani Allah maddeyle sınırlı değildir: Bir misalle verecek olursak, ol emri yeterlidir. Aynı anda, içindekileriyle beraber bu dünyadan milyar tane veya sonsuz ölçüde A’dan Z’ye yaratabilir. Cennetleri de, Kevserleri Firdevsleri de yaratmış ve sonsuzlara kadar (Bize göre zaman ölçüsünde) Onun için bir anda Tüm maddeyi yaratabilir. Bu
güce sahiptir. Ve Aklınıza gelecek ve gelmeyecek her şey onun indinde gizlidir saklıdır. Ve Yaratılmıştır: Levhi MAHFUZ Da bu gerçeği anlatmaktadır. Onun için madde bir enflasyondur maddenin hiçbir değeri yoktur. Sadece insanların ihtiyaçları kadar, hava, su, toprak, ateş yaratmıştır. Gerektiği kadar altın, gümüş, bakır, demir yaratmıştır. Her şeyi bir ölçü ve hesap içinde yaratmış ol demiş ve olmuştur. Teknoloji bile allahla yarışma değildir. Çırak ustasından öğrendiğini uygular. Ustaların ustası, Yeryüzündeki tüm kitapların, bilimin, düşüncelerin felsefelerin ve şimdiye kadar kim kiminle karşılaştı ne konuştu Geçmişten geleceğe Allahın bilgisindedir. O yaratmıştır. Cennetteki teknolojiye bir bakalım. Teknoloji olarak adlandırırsak, yıldırım gibi aynı anda giden Bineklerden bahsedilmektedir. Peygamber efendimize bir bedevi ya resulullah ben deveyi çok severim, cennette deve varmı gibi bir soru .yönelttiğinde, Resulullah efendimiz, aklınız hayalinize gelmeyecek düşündüğünüz her şeyin aynı anda yaratılıp önünüze geleceği bir hayat var buyurmuştur. Kişi neyi seviyorsa aynen yaratılacaktır.
Gönderen MUSTAFA DEMİRBAŞ zaman: 21:00

ALLAH NASIL YARATTI ZAMANIN İÇİNE NASIL YAYDI

İnsana şah damarından daha yakın olan Allah, herşeyi gören olduğu gibi işitendir de. Allah kainattaki her sesi duyar. Uçsuz bucaksız uzayda büyük bir hızla ilerleyen galaksilerin, gezegenlerin, gök taşlarının seslerini duyduğu gibi, mikroalemde yaşayan ve insanların gözle asla göremeyeceği milyarlarca canlının da sesini duyar. Çünkü Kendisi tüm bunları yaratandır. Allah toprağın altında yarılan tohumun da, gökyüzünde çakan şimşeğin de, yere düşen bir yağmur tanesinin veya uçan bir kuşun kanat sesini de işitir. Bu gerçek Dedi ki: "Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir." (Enbiya Suresi, 4) ayetiyle bizlere bildirilmiştir. Kuşkusuz Allah'ın büyüklüğünün ve kudretinin delillerinden biri tüm kainattaki canlı ve cansız bütün sesleri aynı anda işitmesidir. YANİ ALLAH BİZİ İZLEMEKTEN ÖTE. YAPTIĞIMIZ TÜM HAREKETLERİ KADERDE YARATANDIR. YÜRÜMEMİZİ BAKMAMIZI,DÜŞÜNMEMİZİ RÜYALARIMIZI ELLERİMİZİN TİTREMESİNİ, HASTALIĞIMIZI, ÖFKEMİZİ, SEVİNCİMİZİ, ZENGİNLİĞİMİZİ, FAKİRLİĞİMİZİ, İSYANIMIZI,SABRIMIZI, ŞÜKRÜMÜZÜ, AĞZIMIZDAN ÇIKAN HER KELİMEYİ, CÜMLEYİOYARATMIŞTIR. HER SESİ, VUCUDUMUZA GİREN HER MİKROBU UYUMAMIZI, UYANMAMIZI, EŞYANIN TABİATI İLE HANGİ EŞYANIN HANGİ SAAT NEREDE OLACAĞINI (ARABALARIN UÇAKLARIN GEMİLERİN HANGİ SANİYE HANGİ YOLUN ÜZERİNDE OLACAKLARINI) YAĞMURUN KAÇ DAMLA NEREDE VE NE ZAMAN YAĞACAĞINI... HEPSİNİ BİR ANDA YARATMIŞTIR. İNGİLİZİN FRANSIZIN ZENCİNİN JAPONUN KISACA TÜM IRKLARIN, TÜM KUŞLARIN, TÜM YIRTICI HAYVANLARIN, TÜM BÖCEKLERİN YARATICISI DA ALLAHTIR. YANİ KAİNATTAKİ EN KÜÇÜK ZERRE TOZDAN PETROLE KADAR. ALTIN DEMİR GÜMÜŞ GİBİ MADENLERE KADAR AYNI ANDA OL DEMİŞ VE YARATMIŞTIR. VE BUNLARIN BAŞINI VE SONUNU DA YARATMIŞTIR. MESELA EZELDE YARATTIĞI ALTIN MADENİNDEKİ HANGİ KÜLÇE ALTININ HANGİ TARİHLERDE HANGİ KADINLARIN BOYNUNA ZİYNET OLARAK TAKILACAĞI NE KADAR KULLANILACAĞI VE BU ALTININ SONUNDA NE OLACAĞINI YARATMIŞTIR BİLİR. BENZİNİN MAZOTUN HANGİ ARAÇTA KULLANILACAĞINI HANGİ DAMLASININ HANGİ ARACA KONULACAĞINI BİLİR . ÇÜNKÜ A'DAN Z'YE TÜM MADDEYİ KENDİ YARATMIŞTIR. ZAMANA BAĞLI OLARAK BU OLAYLARIN GELİŞMESİ KALBİMİZDE NEFİS PERDESİ OLUŞTURMAKTADIR. OYSA OL DEDİĞİ ANDA "DÜNYANIN BAŞINI VE SONUNU VE İÇİNDE OLUP BİTECEK HER ŞEYİ BİR ANDA YARATMIŞTIR" HAZRET-İ İBRAHİM YARATICININ TEK OLDUĞUNU, CÜMLE ALEMİ AYNI ANDA YÖNETTİĞİNİ İDARE ETTİĞİNİ ANLAMIŞ VE TAM TESLİM OLMUŞTUR. ÇÜNKÜ NEMRUTUDA YARATANIN ALLAH OLDUĞUNU ONU DA HAREKET ETTİRENİN AYNI ALLAH OLDUĞUNU, ATEŞE ATILACAĞI ZAMAN ATEŞİ YARATANIN ALLAH OLDUĞUNU AYNI ALLAHIN İRADESİ DIŞINDA HİÇ BİR ŞEYİN OLMADIĞINI BİLMİŞ VE İMAN ETMİŞTİR. KADERDE YAZILI OLDUĞU GİBİ. ATEŞE GELEN EMİR "EY NAR SOĞUK VE SELAMET OL" EMRİ İLE. ATEŞİN YAKICILIK GÜCÜ BİR ANDA KAYBOLMUŞ OLUP, EŞYANIN ÜZERİNDE DE HER TÜRLÜ TASARRUF HAKKININ ALLAHA AİT OLDUĞUNU BİLMEK ZOR DEĞİLDİR.

KADER NEDİR? LEVHİ MAHFUZ(MUHAFAZA EDİLEN KİTAP NEDİR?)

Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülenler, sinirlenenler, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere yormaktadırlar. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.Kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Bunun yerine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz’in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi,"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)Bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir. Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)…KADERE TESLİMİYETİN ÖNEMİBir insan, eğer Allah dilerse güzellikten zevk alır. Allah dilerse keşifler yapar, teknoloji icat eder. Eğer Allah isterse beste yapar, keman çalar, kitap yazar. İnsan, eğer Allah dilerse sevinir, üzülür, zevk alır, heyecanlanır, endişelenir, coşku duyar. Bir müzikten hoşlanması Allah'ın dilemesiyledir. Bir güzelliği takdir etmesi Allah'ın dilemesiyledir. Güzel manzaradan, güzel kıyafetten, güzel davranıştan, çiçekten, tavşandan, bir tablodan, pastadan hoşlanması Allah'ın dilemesiyledir. Eğer Allah dilemezse, bu hislerin ve bu yeteneklerin hiçbirine sahip olamaz. Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülen, sinirlenen, bağırıp çağıran insanlar, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere üzmektedirler. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır. Örneğin, bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir.Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)İşte bu yüzden, kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimizin insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)Allah bir başka ayetinde ise, "Hiç şüphesiz, biz herşeyi kader ile yarattık." (Kamer Suresi, 49) şeklinde bildirmektedir. Sadece insanların değil, tüm canlıların, eşyanın, Güneş'in, Ay'ın, dağların, ağaçların, her varlığın Allah Katında belirlenmiş bir kaderi vardır. Örneğin kırılan bir antika vazo, kaderinde tespit edilen anda kırılmıştır. Birkaç yüzyıllık bu vazo, daha ilk imal edilirken, kimlerin kullanacağı, hangi evin hangi köşesinde, hangi eşyalarla birlikte duracağı belli olarak üretilir. Vazonun her deseni, üzerindeki her renk kaderde önceden tespit edilmiştir. Vazonun hangi gün, hangi saat, hangi dakika, kim tarafından nasıl kırılacağı da Allah'ın hıfzında yaşanmış olarak durmaktadır. Hatta, vazonun ilk imal edildiği an, ilk kez satılmak üzere vitrine konduğu an, bir evin köşesinde durduğu an ve kırılarak parça parça olduğu an, kısacası antika vazonun yüzyıllarca içinde bulunduğu her an, Allah Katında tek bir an olarak mevcuttur. Vazoyu kıran kişi, birkaç saniye önce bile bundan habersizken, Allah Katında o an yaşanmıştır ve bilinmektedir. Bu nedenle Allah, insanlara ellerinden çıkanlara üzülmemelerini bildirir. Çünkü, ellerinden çıkanlar kaderlerinde çıkmıştır ve o insanların bunu değiştirmeye güçleri yoktur. Ancak insanlar kaderlerinde meydana gelen olaylardan bir ders almalı, bunlarla eğitilmeli, bu olaylardaki hikmet ve hayırları görerek, daima, kaderlerini yaratan sonsuz merhametli, şefkatli, adaletli, kullarını esirgeyen ve koruyan Rabbimize yönelmelidirler. Bu önemli gerçekten gafil yaşayan insanlar, hayatları boyunca hep endişe ve korku içinde olurlar. Oysa, her insanın, daha tek bir hücre olduğu halinden ilk okuma yazma öğrendiği ana, üniversite sınavında verdiği cevaplardan hayatı boyunca hangi şirkette ne iş yapacağına, hangi kağıtlara kaç kez imza atacağına, nerede ve nasıl öleceğine kadar her anı Allah Katında bellidir. Bu olayların tümü, Allah'ın hıfzında saklı olarak durmaktadır. Örneğin şu anda, bu insanın cenin hali, ilkokuldaki hali, üniversitedeki hali, 35. yaş gününü kutladığı anı, işine başladığı ilk günü, öldüğünde melekleri gördüğü an, yakınları tarafından defnedildiği ve ahirette Allah'a hesap verdiği anlar, tek bir an olarak Allah'ın Katında bulunmaktadır. O halde, her anı Allah'ın Katında yaşanmış, görülmüş ve halen Allah'ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku duymak, üzülmek büyük bir gaflettir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar kaygılanırsa kaygılansın bir insanın kendisi de, çocuğu da, eşi ve yakınları da kendileri için Allah Katında hazır bulunan hayatlarını yaşayacaklardır.Öyle ise, akıl ve vicdan sahibi bir insanın bu gerçeği kavrayarak, Allah'a ve Allah'ın yarattığı kadere gönülden teslim olması gerekir.Allah'a gönülden teslim olarak boyun eğenler ise, hem Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmayı umabilirler, hem de dünyada ve ahirette, güven ve mutluluk içinde bir huzurlu yaşam sürerler. Çünkü, Allah'a teslim olan, Allah'ın yarattığı kaderin kendisi için en hayırlısı olduğunu bilen bir insanı üzecek, korkutacak, endişelendirecek hiçbir şey yoktur. Bu insan, elinden gelen her çabayı gösterir, ancak bu çabanın da kaderinde olduğunu, ne yaparsa yapsın kaderinde yazılı olanları değiştirmeye güç yetiremeyeceğini bilir.Mümin, Allah'ın yarattığı kadere teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar karşısında elinden geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları hayır yönünde yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde gerçekleştiği ve Allah'ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve rahatlığı içinde olacaktır.Kuran'da bu tavra örnek olarak Hz. Yakub'un çocuklarının güvenliği için almış olduğu bir tedbirden söz edilir. Hz. Yakup, kötü niyetli insanların dikkatini çekmemeleri için oğullarına şehre ayrı ayrı kapılardan girmeyi öğetlemiş, ama bunun Allah'ın belirlemiş olduğu kaderi asla etkilemeyeceğini de onlara hatırlatmıştır:Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)Allah, insanların ne yaparlarsa yapsınlar kaderlerini değiştiremeyeceklerini bir ayetinde şöyle bildirir:Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 154)Bir insan ölmemek için hayır ve ibadet olan bir işten kaçsa bile, eğer kendine ölüm yazılmışsa zaten ölecektir. Hatta, ölümden kaçmak için başvurduğu yollar ve yöntemler de kaderinde bellidir ve her insan kaderindeki olayı yaşayacaktır. Allah, bu ayette de, insanlara kaderlerinde yarattığı olayların amacının onları denemek ve onların kalplerini temizlemek olduğunu belirtmektedir. Fatır Suresi'nde ise, her insanın ömrünün Allah katında belli olduğu, rahimlere düşen bebeklerin de Allah'ın izniyle olduğu bildirilir:Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)Kamer Suresi'nin aşağıdaki ayetlerinde ise, insanın her yaptığının satır satır yazılı olduğu bildirilirken, cennet halkının yaşadıkları da yaşanmış olaylar olarak anlatılmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, cennetteki gerçek hayat bizim için gelecektir. Ancak, cennette olanların yaşantıları, sohbetleri, ziyafetleri şu anda Allah'ın hıfzında bulunmaktadır. Biz doğmadan önce de tüm insanlığın dünyadaki ve ahiretteki geleceği Allah Katında bir an içinde yaşanmıştır ve Allah'ın hıfzında muhafaza edilmektedir:Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler. Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar. (Kamer Suresi, 52-55)Yeryüzündeki tüm hareketleri, düşünce hareketi, yürüme, konuşma, duyma, kavuşma tanışma, yağmur, ateş, güneş, su hava bir anda yaratılmıştır. Kader özetle: Allahın ilim sıfatı ile başındaki ve sonundaki her saniyesini bildiği olaylardır. Kısa bir örnek vermem gerekirse, Yaşanan ve yaşanacak şeyleri Allahın bilmesi onları rızasıyla yarattığı manasını taşımaz. Esma-i Hünsada, Hoşnut olarak yarattığı ile, dileyerek yarattığı şeyler açıklanmaktadır. Mesela alkol haramdır. Onu da Allah yaratmıştır. Nefis dilemiş, Allah da yaratmıştır. Kaderdeki her hadise de böyledir. Evlenmek için uygusuz bir kadını tanıyıp evlenmişsindir: Allah sen arzu ettiğin istediğin için dileme sıfıtıyla karşına çıkarmıştır. Daha sonra mutsuz olduğunda, burada Cenab-ı Hakkı suçlayacak bir yön yoktur. Nefislerin isteklerine göre bir yaratılma mevcuttur. Bunu da Allah ilim sıfatı içinde başını ve sonunu bilmekte ve yaratmaktadır.13 Yaşındayken, Fatihte Kumrulu Mescidin karşısındaki evimizde ilk okuduğum kitap Altıparmak Peygamberler Tarihiydi, Orada Hazret-i İbrahim Halilullahın, Nemrutla olan hadiseleri anlatılmaktaydı. Orada Peygamberin yaratıcıdan başka bir şeyin dünyayı hareket ettirmediği, ateşe yakma gücü vermediğini, insanların ayaklarını yürüten gücün bile Allahın gücü olduğunu Nemrutu yaratanın da, İbrahim Peygamberi yaratanın da ateşi yaratanında aynı anda hepsini Yukarıda bir tiyatro gibi idare edenin de ALLAH olduğunu o yaşta Elhamdülillah kavradım. Anladım. Birine kovalatıyor birini kaçırtıyor. Burada İbrahim Aleyhisselamın HALİLULLAH Dostum sıfatına sahip olmasını da anladım ve hayranlık duydum. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Dünyanın bir oyun sahnesi olduğu görmüş, maddenin havanın suyun ateşin toprağın tüm mahlukatın hareket eden cismin tek merkezden idare edildiği göründüğünü izlendiğini anlayarak ve iman ederek “Cebrail aleyhisselamın kanatlarını bile geri çevirmiş, ve tam tevekkül ve güvenle kendini Mevlaya teslim etmiştir. İman işte insana böyle bir cesaret ve güven vermektedir: Sonunda bilindiği gibi, Ey nar soğuk ve selamet ol emri geldiğinden Yeryüzündeki tüm ateşlerdeki parlaklık ziya kalarak yakıcılık özelliği aynı anda koybolmuştur. O o kadar yüce bir Allahtırki. Bir anda levhi mahfuzu yaratmış, geçmişi ve geleceği içine koymuştur. Yani mana maddeyi yönetmektedir: Allah sonsuzlara kadar her şeyi yaratmıştır. Cennetliklerin cariyelerinin isimleri bile bellidir. Onlarla geçirilecek zamanda bellidir. Cennette olacak çocukların isimleri de bellidir. (İhyau-Ulumiddinde Cennette isteyenin çocuğu olacağı anlatılmaktadır 4.cildin son kısmı) Yani Allah maddeyle sınırlı değildir: Bir misalle verecek olursak, ol emri yeterlidir. Aynı anda, içindekileriyle beraber bu dünyadan milyar tane veya sonsuz ölçüde A’dan Z’ye yaratabilir. Cennetleri de, Kevserleri Firdevsleri de yaratmış ve sonsuzlara kadar (Bize göre zaman ölçüsünde) Onun için bir anda Tüm maddeyi yaratabilir. Bu güce sahiptir. Ve Aklınıza gelecek ve gelmeyecek her şey onun indinde gizlidir saklıdır. Ve Yaratılmıştır: Levhi MAHFUZ Da bu gerçeği anlatmaktadır. Onun için madde bir enflasyondur maddenin hiçbir değeri yoktur. Sadece insanların ihtiyaçları kadar, hava, su, toprak, ateş yaratmıştır. Gerektiği kadar altın, gümüş, bakır, demir yaratmıştır. Her şeyi bir ölçü ve hesap içinde yaratmış ol demiş ve olmuştur. Teknoloji bile allahla yarışma değildir. Çırak ustasından öğrendiğini uygular. Ustaların ustası, Yeryüzündeki tüm kitapların, bilimin, düşüncelerin felsefelerin ve şimdiye kadar kim kiminle karşılaştı ne konuştu Geçmişten geleceğe Allahın bilgisindedir. O yaratmıştır. Cennetteki teknolojiye bir bakalım. Teknoloji olarak adlandırırsak, yıldırım gibi aynı anda giden Bineklerden bahsedilmektedir. Peygamber efendimize bir bedevi ya resulullah ben deveyi çok severim, cennette deve varmı gibi bir soru .yönelttiğinde, Resulullah efendimiz, aklınız hayalinize gelmeyecek düşündüğünüz her şeyin aynı anda yaratılıp önünüze geleceği bir hayat var buyurmuştur. Kişi neyi seviyorsa aynen yaratılacaktır.