3 Aralık 2009 Perşembe

YAKIŞMIŞ SANA

Yakışmış Sana

Ne kadar kolaymış esirin olmak
Tesadüf eseri bakışmış sana
Sen derya olmuşsun ben coşkun ırmak
Sonrası çaresiz akışmış sana...

Kaçıncı kalbimi kırıp gidişin
Aldığın vebali günahı düşün
Adımı Mecnun'dan beter edişin
Leyla'dan daha çok yakışmış sana...

Bir gece aklına delin düşmedi
Yaktığın ateşe külün düşmedi
Yıllardır insafa yolun düşmedi
Merhamet ne kadar yokuşmuş sana...

CEMAL SAFİ

14 Ekim 2009 Çarşamba

NECİP FAZIL BÜYÜK ÜSTADTAN HALİMİZ

nedir Allahım, nedir, bu diyarın şu hali
Bezginlikten ruhunu kaybetmiş bir ahâli;
Ve bir mecnun idare, tam da hastahanelik...
Öyle davranışlar ki, destanlık, efsanelik...
Ne bilgi, ne düşünce, ne gelenek, ne nizam;
Anladıkları tek şey zam ve zam üstüne zam.
Binada mukavemet hesabı var, bilmezler;
Önün uçurum dersin, eğil bak; eğilmezler.
Resmî geliri dörtse, gideri kırk, aile...
Ahlâkî-iktisadî, bu ne biçim hâile?
iş mi; kullanılamaz insan gücünü ihraç!
Etiket göstererek elde edilen haraç...
Bu iş, gâvurdan, millî acze kira istemek;
Ben bir beygir gücüyüm, onu sen kullan, demek!..
Üstelik gelen para küflendikçe kasada;
Bataklıkla kuraklık, yanyana piyasada.
Habire enflâsyonla sağlanan ödemeler;
Ve üstelik, bu vatan kalkınıyor, demeler...
Bir deli ki, avlanır, güya çıkarken ava;
Ağız yolunu bilmez, kaşık çalar pilâva.
Hepsinden baskını şu: Particilik gayreti!
Kahramanları sahte, dünyaları iğreti.
Alternatif, paralel, boş kelimelerden sis;
Hepsinde "ben" dâvası; Vicdan ölü, aşk hasis,
Mehmetçiğin sırtından birbirini gammazlar;
Kıbrıs'a köprü kurar, hükümet kuramazlar!
Kurt, kuzu ve ot nasıl geçirilir karşıya?
Oy boncuğu sürmenin tam zamanı, çarşıya!
Bütün hesapları bu, bütün kaygıları bu!..
Ve rejim, ellerinde el sürülmez bir tabu.
Örter de toprak saçıp, köpek, kazuratını,
Gezdirir mini etek köpeklik berâtını...
islama serbest olan camilerde mahpusluk;
iman, fikir, ruh, lisan, suyu kesilmiş musluk.
Kalpleri dinler sağır, kılavuzluk eder kör;
Dindara çağ dışı der, çağı bilmez profesör...
Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah Türk'e acısın, yalnız bunu dilerim...

20 Eylül 2009 Pazar

HAKİM BEY

ÇARPIK ÇAĞ

Çarpık Çağ

Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık
'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.

Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.

Baylar çalım sattı, bayanlar etin
Ar duvarı çürük, darbeler çetin.
Modern putçuluğun, şirkin, zilletin
Kemale erdiği çağda yaşadık.

Bazen kör kilitler vuruldu dile
Bazen armağanlar kazandı hile
Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile
İtibar gördüğü çağda yaşadık.

Yabancısı olduk ilin, obanın
Müdür ekmeğini çaldı çobanın
Resmi dairede devlet babanın
İpe un serdiği çağda yaşadık.

Önümüz çileydi, arkamız cefa
Bir gün semtimize basmadı sefa
Mürşidin, müridin günde beş defa
Günaha girdiği çağda yaşadık.

Kimi hak adalet gördü düşünde
Kimi devlet kuşu buldu başında
Vatanseverlerin vatan dışında
Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.

Göz yumup izine düştük batı'nın
Tuttuk kuyruğundan haçlı atının
Pamuk yumağının, tüyün, tütünün
Nice baş yardığı çağda yaşadık.

Neler yıkmadık ki son olsun diye
Harcadık günleri gün olsun diye
Asker kaçağının şan olsun diye
Askeri vurduğu çağda yaşadık.

Dilendik, savurduk Doları, Markı
Döndükçe aşındı düzenin çarkı
Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü
İhtiras sardığı çağda yaşadık.

Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi
Kimi yalamakla doydu şişeyi
Kiminin ateşi, külü, maşayı
Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.

Kılavuzluk yaptı körü beylerin
Seçimde sağılan sürü, beylerin
Morgtaki ölüden diri beylerin
Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.

Atladık bir çağdan bir diğerine
Çıktık zirvelere, daldık derine
'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine
Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.

Biri yola çıkmaz dayı bulmadan
Biri balık avlar suyu bulmadan
Birinin haftayı, ay'ı bulmadan
Milyarlar derdiği çağda yaşadık.

Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah
Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah!
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.

Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'
Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa
Secdeye vardığı çağda yaşadık.

Görün hâlimizi biz insanların
Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde müslümanların
Müslüman kırdığı çağda yaşadık.

Abdurrahim Karakoç

BÖYÜKLER BİLİR

Yalan-dolan ile devran sürmeyi

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.

Milletin başına çorap örmeyi

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Rüşvet vermek, rüşvet almak nasıl şey

Hazineden para çalmak nasıl şey

Terlemeden zengin olmak nasıl şey

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Erken palazlanıp erken ötmeyi

Değirmenler kurup baş öğütmeyi

Hele meydan meydan adam gütmeyi

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Anlamayız kopya nedir, asıl ne

Perde, sahne, solo, koro, fasıl ne

Deyyuslukta erkân nedir, usul ne

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Viski, votka çekip keyif çatmayı

Dansöz kucağında stres atmayı

Milleti bölmeyi, vatan satmayı

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Kaç tür hokkabazlık, kâhinlik varsa

Kaç şeytanlık varsa, kaç cinlik varsa

Dünyada ne puştluk, ne hinlik varsa

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Namussuzluk yapın derler.. yaparız

El uzatır öpün derler.. öperiz

Put gösterir tapın derler.. taparız

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Seyrettikçe ana-baba filmini

Hissederiz baskısını, zulmünü

Lisansüstü maskaralık ilmini

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.



Âdettir gerekmez mâluma ilâm

Taklide günaydın, asıla selâm

Ne ki hınzırlık var hâsılıkelâm

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.


ŞAİRİMİZ: ÜSTAD. ABDDURRAHİM KARAKOÇ

8 Eylül 2009 Salı

MEVLANADAN SEÇMECE GÜZEL SÖZLER

HİDAYET ALLAHTANDIR

Her şey Allahu Teâlâ’nın kaza ve kaderi iledir. Nitekim “Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap ve sıkıntıyı işte böyle verir” (En’am, 6:125) ayeti hidayetin Allah’tan olduğunu açıkça ifade eder. Ancak bu hidayet insanın kazanımı sonucu Allah’ın vermesi iledir. İnsan ise hidayeti kendi hür iradesi ile Allah’tan ister ve ya hür iradesi ile dalaleti ve küfrü tercih eder. Burada istemek insandan, yaratmak ve vermek Allah’tandır. Nitekim ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere göre rızık da şifa da yaratılması ve verilmesi Allah’tandır; ama bunları kazanmak ve elde etmek insanın iradesi ile istemesi ve çaba sarf etmesine bağlıdır. İnsan rızkı kazanmak için ne kadar çalıştığı, şifayı elde etmek için doktor ve ilaçlara başvurduğu görülmektedir. Sonuna şifayı da rızkı da veren Allah’tır ama Allah insana durduğu yerde istemeden ve çalışmadan vermemektedir. Buna bir itiraz yok. Ama neden aynı şekilde hidayeti isteme konusunda tembel davranılmakta ve Allah’a havale edilerek hiçbir çaba gösterilmemektedir?

Hidayet büyük bir nimettir, ruhun cennetidir ve ebedi saadetin vesilesidir. Allah hidayet nimetini insanlara peygamberleri, kitapları ve insanların da bunları istemeleri, kalplerini gönüllerin, kafalarını ve beyinlerini çalıştırmaları şartı ile vermektedir. Kişi ilim öğrenmez, kur’an okumaz ve imana, islama ve gerçeğe dair bilgileri elde etmek ve hidayeti bulmak için çaba sarf etmezse rızkı ve şifayı vermediği gibi hidayeti de vermez. Ne mecburiyeti var?

Bütün ayet ve hadislerde kesin olarak cennetin iman ve salih amel ile cehennemin de küfür ve isyan ile kazanıldığı açıkça ifade edilmektedir. Hiçbir kimseye Allah küfür ve inkâra, isyan ve tuğyana zorlayarak zulmetmediği ve zulmetmeyeceği gibi, hiç kimseye de hidayeti durup dururken vermez ve bu haksızlığı yapmaz. Kişi iradesi ile ister, yetmez öğrenir, çaba sarf eder, yetmez ibadet ve dua ile Allah’tan yardım ister, yetmez, günahlardan kaçarsa o zaman hidayeti hak eder ve Allah da ona “Çalışmasının karşılığı olarak” (Necm, 53:39–40) verir. Çalışmadan kim ücreti hak eder ve kim kime karşılıksız bir şey verir? Bunu insanlar arasında bir kural olarak koyan Allah elbette kendisi de insanın çalışması ve hak etmesi ile ancak cennet ve cehennemi ona yazar.

Nitekim hadis-i şerifte “Allah imanı yarattı ve onu güzel huylar ve Salih ameller ile takviye etti. Küfrü yarattı ve onu da kötü huylar ile takviye etti.” (İhya, 3:116) buyurulmuştur. Bu hadise göre küfür ve iman Allah’ın takdiridir. Ama bunları kesbetmek insanın iradesi iledir. Allah küfrü isteyene verir, insan kötü düşüncesi, cehaleti, nefis ve şeytana aldanması ve kalbine şeytandan gelen telkinleri ile tercih eder, sonra onu kötü huy ve kabiliyetlerle güçlendirir ve küfrünü artırır. İman da öyle..

Bediüzzaman hazretleri “Allah onların şerlerini hayra çevirir” (Furkan, 25:70) ayetini izah ederken meseleyi kabiliyet ve istidat olarak ele alır ve der ki “Allah onların şerre çalışan kabiliyetlerini imana ve islama, hayra çevirir.” Yani insan Allah’ın kendisine verdiği kabiliyetleri, aklı, zekâsı ve duyguları ile şer işleyecek iken hayırlı işleri yapmaya yönelir. Burada günahları Allah sevap olarak yazar şeklinde anlamak çok yanlıştır. O zaman imanlının işlediği günahları Allah sevap olarak yazar anlamı çıkar ki bunun ne kadar yanlış olduğu malumdur. Öyle ise doğru yorum Bediüzzamanın yorumudur. “İnsandaki nihayetsiz kabiliyet-i şer kabiliyet-i hayra ınkılab eder.” (Sözler, 512)

Bir cetvel güneşin karşısında eğrilirse her şeyi eğri çizer. Bir terazi bozulursa her şeyi noksan tartar. Bir ölçü bozulursa her şeyi yanlış ölçer. Bir insan inancını düzeltmeden kur’anı okursa her şeyi yanlış anlar ve yanlış değerlendirir. Böyle biri freni patlayan ve yokuştan aşağı hızla ilerleyen bir kamyon gibi ne yapacağı ve nerde duracağı belli olmaz. O zaman bunların şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Sapık bir cereyana kapılan kimsenin hidayeti bulamamsı ve gerçeği görememesinin sebebi budur. Bunun için kişi çok çalışmalı ve hidayeti aramalıdır ama bulmak için de Allah’a yalvarmalıdır. Allah hidayet vermezse gerçeği göremez.

Allah bizi yanlış inanç ve düşüncelerden ve bunların sebep olduğu şer ve kötülüklerden korusun! Amin!

CİMRİ VE PARAYI SEVEN CENNETE GİREMEZ

CÖMERTLİĞİN FAZİLETİ.
Cömerdin az ibadeti, cimrinin çok ibadetinden üstün olduğu gibi, cömert cahil de, cimri âlimden üstündür Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ cömerdi, gece gündüz ibadet eden cimriden daha çok sever ) [Tirmizi]
(Allah katında cömert bir cahil, cimri âlimden daha üstündür Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır ) [Dare Kutni]

Cömerdin imanı kuvvetli, cimrinin imanı ise zayıftır Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cömertlik iman sağlamlığından ileri gelir İmanı sağlam olan Cehenneme girmez Cimrilik, şekten, şüpheden meydana gelir [İmanda] şüphesi olan da Cennete giremez ) [Deylemi]

(Bir kulun kalbinde cimrilikle iman bir arada bulunamaz ) [Nesai]

(Cömert, Allah’a, insanlara, Cennete yakın, Cehennemden uzaktır Cimri ise bunun aksinedir ) [Tirmizi]

(Cömert olun ki, Allahü teâlâ da size cömertlik etsin! İyi bilin ki cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir ) [Deylemi]

Cömert, gayri müslim bile olsa, Cehennemdeki azabı, diğer kâfirlerinki kadar şiddetli olmaz Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cömert kâfir, Cehenneme girerken, Allahü teâlâ, [Cehennemde vazifeli meleklerin en büyüğü olan] Malike, "Bunu, dünyadaki cömertliği nispetinde Cehennemin azabı hafif olan tarafına koy" buyurur ) [Deylemi]

Cömerdin kazancı, malı bereketi olur Cömertliği nispetinde malı artar Misafirin rızkı ile geldiği, kırk gün bereket bıraktığı, sadaka vermekle malın eksilmeyeceği hadis-i şeriflerde bildirilmiştir
Cömert olmaya çalışmalı, cimrilikten sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir ) [Müslim]

Cimrilikten kurtulup cömert olmak
Sual: Cimrilik nedir? Cömert olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Cimrilikten kurtulup cömert olmak için, cimriliğin dünya ve ahiretteki zararlarını cömertliğin de faydalarını iyi bilmek ve inanmak gerekir Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın evliyasının hepsi cömert ve güzel ahlaklıdır ) [Dare Kutni]

(Ebdal denilen evliya, çok namaz kıldığı, çok oruç tuttuğu için değil, cömertlik ve halka nasihat etmeleri sebebiyle Cennete girer ) [Ebu Nuaym]

(Cennet, cömertler yurdudur ) [Ebuşşeyh]
(Cennette cömertler köşkü vardır ) [Taberani]

(Rabbim, "İbrahim cömert olduğu için, dost edindim" buyurdu ) [Taberani]
(Cömert olan ve halktan az şikayet eden, bu ümmetin efendisidir ) [Taberani]

(Cömert, Allah’a hüsnü zannı olduğu için cömerttir Cimri de, Allah’a suizannı olduğu için cimridir ) [Ebuşşeyh]

(Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış bir Cennet ağacıdır Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür Cimrilik de, dalları dünyaya sarkan Cehennem ağacıdır Bu dalın birine yapışan, Cehenneme gider ) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, cömertlikle güzel huyu sever, cimrilikle kötü huyu sevmez ) [Berika]
(Ben kefilim ki, cömert Cennete cimri Cehenneme girecektir ) [İsfehani]

(Cömerdin yemeği ilaç, cimrinin ki hastalıktır ) [Dare Kutni]
(Kendi ihtiyacı varken, başkasını tercih edenin günahları affolur ) [İ Hibban]

{Kur'an-ı kerimde Eshab-ı kiram, böyle övülüyor: (Kendileri zarurette iken, başkalarını kendilerine tercih ederler ) [Haşr 9]}

(Cömert olursanız, Allahü teâlâ da size, cömertçe ihsanda bulunur ) [Deylemi]
(Yukarıdaki el, aşağıdakinden, veren el, alan elden üstündür ) [İ Huzeyme]

[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir

(Cömert Cennete yakındır) hadis-i şerifi de böyledir Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz (İslam Ahlakı)]

Cömertlik için ne dediler?
Sual: Cömertlik nedir, cömert kime derler?
CEVAP
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden ihsanda, bağışta bulunmak demektir Teşekkür edilmeyi, övülmeyi istemek de cömertliğe yakışmaz Kerem sahibi bir cömerde sorarlar:
- Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun Acaba onlar sana minnettarlık hissi içinde bulunuyorlar mı?
- Hiçbiri bana minnettar kalmaz Yani onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabul ederim Kepçenin övünmeye, minnete sebep olmaya hakkı yoktur

Bir zat da buyurdu ki:
"Servetiyle ülkeler satın aldığı halde yapacağı ikram ile gönülleri satın almayan adama şaşarım "
Bir bedeviye (Efendiniz kim?) derler O da, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren, cahilliklerimize göz yuman) der

Hz Hüseyin’in oğlu Ali: "Ben isteyene vermem" diyen cömert sayılmaz Hakiki cömert, Allah’a itaat eden kullarına Allah hakkını ödeyen, bunun karşılığında teşekkür beklemeyen ve bunu yalnız Allah için yapan kimsedir, demiştir

Mala bağlanmak
Hasan-ı Basri hazretlerine sorarlar:
- Cömertlik nedir?
- Allah rızası uğrunda servetini sarfetmektir
- Mala nasıl bağlanmalı? [Yani malı korumak için ne yapmalı?]
- Onu Allah yolunda dağıtarak
- İsraf nedir?
- Mal ve makam sevgisi yolunda infaktır

Cimrilik ve cömertliğin ölçüsü insandan insana değişir Mesela bazı şeyler, fakir için normal karşılanırken zengin için ayıplanır Yabancılar normal karşılarken aile efradı onu ayıplar Gençlere normal olan bir husus, ihtiyar için hoş görülmez Erkekler yaparsa kötü, fakat kadınlar yaparsa önem verilmez

Kasaptan, bakkaldan aldığı şey, az noksan diye geri götürüp veren cimridir Bir şey yer iken, pencereden evine gelen birini görüp, hemen yediğini saklayan, cimridir

Dünyalık ele geçirmek veya nefsin kötü arzularına kavuşmak için vermek de cömertlik sayılmaz Hiçbir karşılık beklemeden dünyalık vermek malda cömertliktir Dinde cömertlik ise, yine hiçbir karşılık beklemeden Allah yolunda, yalnız Allah sevgisi için canını vermektir

Mal, insanoğluna bir fayda için verilmiştir O malı saklayıp faydalı bir işte kullanmamak cimrilik olur Faydalı işler, dinin ve mürüvvetin verilmesini iyi gördüğü şeylerdir Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak, arzusudur İnsanlık yiğitlik demektir

Karşılık beklemek
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden vermektir Muhtaçları gözetmeden vermektir Muhtaçları gözetmek, istemeden vermek ve verdiğini azımsamak cömertliktir

Zaman icabı, ileride bir sıkıntıya düşmemek için malı, parayı saklamak, avam için cimrilik sayılmazsa da, ilim ehli salih kimseler için cimriliktir Dinin ve mürüvvetin icaplarını yerine getiren cimrilikten kurtulursa da cömert sayılmaz

Övülmek veya teşekkür beklemek için veren de cömert sayılmaz (Biz şunu verelim, o da bana bir şey verebilir, vermezsem ayıp olur, yoksa cimri derler) gibi düşüncelerle veren de cömert değildir
Büyükler buyuruyor ki: (Cömert verene değil, verdiğine sevinene denir )

Cömertliğin üstün mertebesi olduğu gibi, cimriliğin de aşırı derecesi vardır Bu da kendine gerekmeyen şeyi vermemektir Canının istediği şeyleri almaya gücü yeterken param gidecek diye almaz Hatta hastalansa, bedava ilaç alma yollarını arar Bunu da bulamazsa tedavi olmaktan vazgeçer

Cömertlikte zirve
Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermektir İsar ise, kendine gereken şeyleri vermektir Yani başkalarını kendine tercih etmektir

Cömertliğin üstün derecesi olan isar büyük bir haslettir Ancak bunu büyük insanlar yapar Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı överken buyuruyor ki:
(Onlar, fakr-u zaruret içinde olsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih edip öz canlarından daha üstün tutarlar ) [Haşr 9]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kendisine gerektiği şeyi, kendi arzu ve ihtiyacını tehir edip başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder ) [İbni Hibban]

Medine’nin yerlisi olanlar [Ensar-ı kiram], Medine’ye hicret eden müslümanlara [Muhacirlere] büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır Bütün mallarına onları ortak etmişlerdir

Resul-i ekrem efendimiz, ganimetlerin taksiminde iki teklifte bulundu Ya Ensarın evlerinden çıkıp başka bir yerde kalmaları şartı ile ganimetlerin hepsi Muhacirlere verilecek veya Muhacirler, Ensarın evinde bir müddet daha kalmak şartı ile, ganimetler Ensar ile Muhacirler arasında taksim edilecekti Bu teklifler için Ensar-ı kiram, (Biz ganimet istemeyiz Hepsi Muhacirlere verilsin! Onların evlerimizden çıkmalarına da asla razı olamayız) dediler Buna Peygamber efendimiz çok memnun oldu

Başkasını kendine tercih
Peygamber efendimize misafir geldi Evde yenecek hiçbir şey yoktu Ensardan biri bu misafiri alıp evine götürdü Onun da evinde yalnız bir kişilik yiyeceği vardı Kandili söndürüp yemeği misafirin önüne koydu Kendi de sofraya oturup yer gibi yapıyor, ellerini yemek kabına götürüp getiriyordu Sabahleyin Resulullah efendimiz, ev sahibine buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, sizin misafire gösterdiğiniz cömertliğe çok memnun oldu "Kendileri, ihtiyaç içinde olsalar da, başkalarını kendilerine tercih ederler" âyet-i kerimesini gönderdi )

Hz Musa’ya, Peygamber efendimizin sahip olduğu makamlardan birinin nuru gösterilince, bayılacak hâle geldi, bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu Allahü teâlâ, (Yüksek ahlakı sayesinde bu dereceye kavuştu Bu ahlak isardır Ya Musa, ömründe bir kere isar edene, isar ahlakı ile bana kavuşana hesap sormaktan haya ederim) buyurdu Cenab-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Elbette sen hulk-i azim [büyük ahlak] üzeresin) buyuruyor (Kal

Önce can sonra canan
Sual: Önce can sonra canan demek uygun mu? Lüzumlu bir şeyi başkasına vermek günah mı?
CEVAP
Önce can sonra canan demek uygundur Yani önce kendimizi kurtaracağız sonra başkalarını Kendi itikadımız, kendi ahlakımız düzgün değilse, başkalarını nasıl kurtarabiliriz?
Önce can gelir sonra canan demişler
Gemisini kurtaran kaptan demişler

Mal yönüyle de böyledir Kendimiz yokluk içinde iken, elimizdekini başkalarına vermek doğru olmaz Dinimiz, (Sadaka verirken israf etmeyin) buyuruyor Sâbit bin Kays hazretleri, bir günde 500 ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hurma bırakmadı Muaz bin Cebel hazretlerinin de bir hurma ağacı vardı Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verdi Kendine bir şey kalmadı Ondan sonra (İsraf etmeyin) âyeti geldi Bir âyet meali de şöyledir:

(Elini boynuna bağlayıp asma [cimrilik etme], büsbütün de açıp saçma [itidalli ol, iktisada riayet et Malını, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!) Sonra kınanmış olur ve eli boş açıkta kalırsın ) [İsra 29]
İbni Mesud hazretleri anlatır: (Bir çocuk, Resulullah efendimize gelip, bazı lüzumlu şeyleri sayıp “Annem beni sana gönderip bunları istedi” dedi “Bugün bende bunların hiç biri yok” buyurdu “Gömleğini bana ver” dedi Hemen, mübarek gömleğini çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi gömleksiz kaldı Camiye gidemedi O zaman, bu âyet geldi ) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Paranız ile, önce kendi ihtiyaçlarınızı alın Artarsa, çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin Bundan da artarsa, akrabanıza yardım edin!) [Müslim]

(Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaç iken veya borcu var iken verilen sadaka kabul olmaz Borç ödemek, sadaka vermekten, köle azat etmekten ve hediye vermekten daha önemlidir Başkasının malını, sadaka vererek, yok olmasına sebep olmayın!) [Buhari]
Hz Ebu Hüreyre anlatır: Resulullah efendimize biri gelip, bir altınım var, ne yapayım dedi (Bununla kendi ihtiyaçlarını al) buyurdu Bir altınım daha var dedi (Onunla da çocuğuna lazım olanları al) buyurdu Bir daha var dedi (Onu da, âilenin ihtiyaçlarına sarf et) buyurdu Bir altın daha var dedi (Hizmetçinin ihtiyaçlarına kullan) buyurdu Bir daha var deyince, [bu bildirdiklerimi ölçü alarak] (Onu kullanacağın yeri sen daha iyi bilirsin) buyurdu (Begavi)

Cömertlik menkıbeleri

Cömert esir
Resul-i Ekrem, götürülen düşman esirlerinin, birini işaret edip bırakılmasını emredince, Hz Ali, sual etti ki:
- Bunların hepsi düşman, hepsinin suçu da bir, bunu niçin istisna ediyoruz?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam geldi, bunu bırakmamı; çünkü bunun cömert olduğunu, cömertliği Allahü teâlânın hoşuna gittiğini söyledi ) [İ Gazali]

Mektubu açmadan
Birisi Hz Hasan’a bir mektup getirdi Mektubu açmadan, İsteğin yerine getirilecektir diyerek geleni gönderdi Oradakiler (Mektubu okumadan niçin cevap verdin?) dediler Buyurdu ki:
(Mektubu okuyana kadar bekletirsem çekeceği sıkıntıdan Allahü teâlâ beni mesul tutar )

Herkesin değeri
Yanına oturan fakir bedeviye Hz Ali (Bir isteğin mi var?) buyurur Bedevi utancından diliyle bir şey söylemeyip işaretle bildirir Hz Ali, yanında bulunan iki giyeceğin ikisini de Bedeviye verir Bedevi sevinerek güzel bir beyit okur Beyit Hz Alinin çok hoşuna gider Çocukları, için ayırdığı üç altının hepsini Bedeviye verir Bedevi, (Ey Emir el müminin, beni kendi ailemin en büyük zengini ettin) der Hz Ali de, şu hadis-i şerifi nakleder:
(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür ) [M Cami]

Sahibini bulan kelle
Eshab-ı kiramdan birine bir koyun kellesi hediye edildi (Benden daha fazla ihtiyacı olan vardır) diyerek bir başkasına verdi Kelle, aynı şekilde yedi kişiye dolaştıktan sonra tekrar ilk veren zata geldi Onun diğerlerinden daha muhtaç olduğu meydana çıktı

MARŞIMIZ

Ey müminler, ey müminler, ey cihan gazileri!
Cihadımız mukaddestir, hedefimiz ileri!
Bu dünyanın sarayları, bizim için oyuncak,
Saltanat-ı dünyeviye, kabire kadar ancak.

Biz isteriz ki Rabbimiz, olsun bizlerden razı.
Binler defa şehid olmak, arzumuzun en azı.
Resûller Resûlü açmış, bize gökte kucağı;
Nurlar ile aydınlansın, kürenin dört bucağı;

Önderimiz Nebi bizim, kılıcımız kalemdir;
Arz bir zerre, mekânımız onsekiz bin âlemdir.
Meleklerle anlaşmışız, zafer için, şân için.
Yüzümüzü ekşitmeyiz, bir muvakkat can için.

Ecdadımız oldu şehid, kazandı binler hayat.
Her kitapta bir muallim, her gönülde berhayat.
Tevhid ile, tekbir ile, feth ederiz cihanı;
Razıyım desin bize, tek Enbiyalar Sultanı,

Cismimiz feda olsun da, ruhumuz yine bâki;
Ebedilik şerbetiyle, yudu bizleri saki.
Bir mualla ismimiz, yâd olunsun mahşere dek;
Biz bu yolda can verelim, olsun âtiye örnek.

AVN-İ İLÂHİ bizimle oldukça sermestiz biz;
En mağrur dinsizler, artık önümüzde çöksün diz.
M. AVNULLAH ÖZMANSUR-1964

1 Eylül 2009 Salı

KADER NEDİR/

İMAN İLE KÜFÜR BİRBİRİNE ZITTIR

Îmân ile küfür birbirine zıt olduğu gibi, âhiret de, dünyânın zıddıdır. Dünyâ ve âhiret bir araya getirilemez. Âhireti kazanmak için, dünyâyı yanî harâmları, mekruhları, günahları terk etmek lâzımdır.



Kim olursa olsun, dînini dünyâ çıkarlarına âlet eden, yanî dünyâlığa kavuşmak için dîninden verenler, dünyâlık ele geçirmek için dinlerini satanlar, dünyada da âhirette de kaybedenlerden olur.



Bekara sûresinin 16. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruluyor ki:

(Câhiller, ahmaklar, dünyâdaki zevk ve lezzetlere kavuşmak için, dinlerini, îmânlarını verdi. Âhiretlerini satıp, dünyâyı, şehvetlerinin istediklerini aldılar. Kurtuluş yolunu bırakıp, helâke koştular. Bu alış verişlerinde bir şey kazanmadılar. Bunlar, ticâret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyân etti.)



Bedbaht ve zavallı kimseler!

Kimyâ-i se'âdet kitâbında buyuruluyor ki:

"Bir kimsenin dünyâ ticâreti, âhiret ticâretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Bir çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünyâ, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır.



Âhiret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hattâ hiç tükenmez. Dünyâ ticâretinin âhirete yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak lâzımdır. İnsanın sermâyesi, dîni ve âhiretidir. Bu sermâyeyi kapdırmamak için, çok uyanık olmak lâzımdır. Dünyâ işleri, âhiret için çalışmaya mâni olmamalıdır.



Münâfıkûn sûresinin 9. âyet-i kerîmesinde meâlen;

(Mallarınız ve çocuklarınız, Allahü teâlâyı, hâtırlamanıza mâni olmasın!) buyuruldu."

Seyyid Emir Hamza hazretleri buyuruyor ki:

"Kimseye dünyâlık için tâzim etmeyiniz ki, dîniniz dünyâ uğruna gitmesin. Dünyâyı sevmek aşağılıktır ve her şeyden aşağıdır. Dîninizi dünyâya fedâ etmeyiniz. Dînini başkalarının dünyâsı için satan ve bu yüzden Allahü teâlânın rahmetinden mahrum kalan kimseden daha câhili yoktur.



Böyle kimse, hem dünyâda, hem de âhirette zavallıdır. Allahü teâlânın râzı olmasını düşünmeyip de insanların rızâsını düşünen, onların râzı olmasını arayan kimse, Allahü teâlânın gadabını istemiş olur. Allahü teâlâ, insanları da ona karşı gadablandırır. Allahü teâlânın kendisinden râzı olmasını isteyip, insanların râzı olmasına bakmayan kimseden, Allahü teâlâ râzı olur. İnsanları da ondan râzı ve hoşnûd kılar."



Mûsa aleyhisselâm zamanında bir adam insanlara;

"Benimle Kelimullah Mûsa konuşur. Ben, Safiyullah Mûsa'nın yakınlarındanım" diyerek böbürlenir, Mûsa aleyhisselâmın ismini alet ederek kendine menfâat temin ederdi. Bu sözlerin üzerinden uzun bir zaman geçer.



Mûsa aleyhisselâmın yanına, adamın biri, siyah bir iple yularlanmış bir domuz getirir ve Mûsa aleyhisselâma;

-Ey Allah'ın Peygamberi! Filan adamı biliyor musun? diye arz eder. Mûsa aleyhisselâm;

-Onu işitirim diye cevap verir. Adam;

-O adam, işte bu domuzdur der.



Mûsa aleyhisselâm, adama niçin böyle olduğunu sormak için, Allahü teâlâdan, onu eski hâline döndürmesi için niyâz eder. Bunun üzerine Allahü teâlâ Mûsa aleyhisselâma vahyederek buyurur ki:



(Ya Mûsa! Âdem aleyhisselâmın ve ondan sonra gelen peygamberlerin dûalarıyla dûa etsen yine de bu adam hakkındaki dûanı kabul etmem. Fakat ben sana onu niçin o hale soktuğumu bildireyim. O, senin adını kullanarak, sana olan yakınlığını alet ederek menfâat elde ettiği için, dinini dünya için satıp, din ile dünyayı yediği için ben onu o hale soktum.)



Sonsuz felakete sürüklenenler!

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

"Dünyâya düşkün olanlarla berâber olmak, insanı sonsuz felakete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmaktan, onların lokmalarını yemekten, onları sevmekten ve onları görmekten sakınmalıdır.



Hadîs-i şerîfte, (Zengine, zenginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçte ikisi gider) buyuruldu. Onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makâmları için midir, yoksa değil midir? İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkileri için olduğunda hiç şüphe yoktur. Bunun sonu da, dînin üçte ikisinin gitmesidir. Artık Müslümânlık nerede, kurtuluş nerededir?"



Netice olarak, dînini, îmânını dünyâ menfâati için vermek yani dînini dünyâ için satmak, hem büyük günahtır, hem de ahmaklıktır ve çok büyük felâkettir. Ali bin Muhammed Vefâ hazretlerinin buyurduğu gibi:



"Dîni dünyâ isteklerine âlet eden, herkesin îmânını bozan kötü din adamı, şeytandan daha zararlıdır. Çünkü şeytan, vesvese verdiği için, mümin, onun düşman olduğunu bilir. İblîs'e uyduğu takdirde âsî bir kul olacağını anlar, günâhına derhâl tövbe eder. Kötü din adamı ise, hak ile bâtılı karıştırarak, nefislerinin arzusuna göre hüküm verirler. Böylece doğru yoldan ayrılırlar. Kendilerine uyanların da yaptıkları boşa gider."

30 Ağustos 2009 Pazar

EY AHİRET YOLCUSU!!!

İmam-ı Gazali Hazretleri Buyuruyor Ki:

Ey ahiret yolcusu, dinle!

Evladım!

Bir insan ne kadar çok yaşarsa yaşasın, sonunda ölecektir. Son nefeste imanla göçüp göçmeme tehlikesi dahil, kabir, mahşer .. derken yol boyu tehlikelerle doludur. Tutunacağın dal, Allah rızası için yaptığın kulluk hizmetidir. Bir de Yüce Allah'ın yarattıklarına karşı yapılacak insanlık hizmetleri yardımına gelebilir.

Resulüllah Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Herhangi bir kimse ölüp ruhu bedenini terk edince şöyle bir ses gelir:
Sen dünyayı mı bıraktın, yoksa dünya seni mi?

Sen dünyayı mı topladın, yoksa dünya seni mi toparladı?

Sen dünyayı mı öldürdün, yoksa dünya seni mi?

Yıkanmak üzere teneşire konulduğu zaman üç defa üst üste şöyle bir ses gelir:

Kuvvetli bir bedenin vardı. Onu bu derece zayıf düşüren nedir?

Çok tatlı bir dilin vardı. Güzel güzel konuşuyordun. Şimdi seni kim susturdu.

Kaç tane çok sevdiğin dünya dostların vardı. Hani, şimdi onlar neredeler, seni niçin böyle yalnız bıraktılar?

Kefene sarıldığı zaman şöyle bir ses gelir:

Harçlıksız, azıksız uzun yola çıkılır mı?

Geri dönülmeyecek çok uzun bir yola çıktığını biliyor musun?

Yılan çıyanla dolu kabir evini cennet bahçesine çevirdin mi?

Tabut içine yerleştirilince şöyle bir ses gelir:

Ey ahiret yolcusu! Eğer Allah'ın rızasını kazandın da bu yola çıktınsa müjdeler olsun sana. Yok eğer O'nun öfkesini kazandın da öyle bu yola çıktınsa yazıklar olsun sana.

Tabut, kabrin kenarına konduğunda bir ses gelir: " Ey insanoğlu! Dünyada iken şimdi yerleşeceğin bu kabir evin için ne hazırlık yaptın? Bu karanlık yer için ışık getirdin mi?

Yataklar beğenmeyen sen, bu çıplak halinle burada nasıl yatacaksın?"

Kabre yerleştirilince yine bir ses gelir:

Ey insanoğlu! Üzerimde güler eğlenirdin. Şimdi ise karnımda ağlıyorsun, üzerimde bülbüller gibi konuşuyordun. Şimdi karnımda susuyorsun.

Defin işi bitip, halk kabristanı terk ederek ayrıldıktan sonra Yüce Allah'tan bir nida gelir:

"Ey benim kulum! Yalnız kaldın. Seni bu karanlık yerde eşin dostun terk edip gittiler. Halbuki bunlar senin yakınların ve dostların idiler. Bu duruma gelmemen için hiç birisinin bir yararı olmadı. Sen ise, benim emirlerime hep karşı geliyordun. Yapılan öğütleri dinlemiyordun. Şimdi ise gerçeklerle yüz yüzesin.

Seni bu karanlık yerde yalnız başına bırakmak benim Allah'lık şanıma yakışmaz. İzzetim ve Celalim hakkı için ben de sana şefkatle, rahmetle muamelede bulunacağım. Şimdi sana bir ana babanın evladına olan şefkat ve merhametinden daha fazla şefkat ve merhamet göstereceğim. Seni memnun kılacağım" deyip kabri, cennet bahçelerinden bir bahçe haline dönüştürür ve içerisini, kıyamete kadar kendisine arkadaşlık edecek huriler ve gılmanlarla doldurur. Kıyamete kadar birlikte cennet nimetlerinden faydalanırlar."

Ey insanoğlu! Seni karşılıksız yoktan halkeden Yüce Allah'ının büyüklüğüne, şefkat ve merhametine bak. O, ne büyük sultanlar Sultanıdır ki, böyle günahkar kullarının suçunu bağışlar ve o, ne derece merhametli bir Allah'tır ki, her gün binlerce defa kullarının ayıplarını görüp örter. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz.

Öyleyse O, şanına yakışanı yapmaktadır. Bize düşen de kula yakışan şeyleri yapmaktır. Kulluk mevkii, hizmet mevkiidir. Yüce Allah'a hizmet... Yaratan'ın hatırı için yarattıklarına hizmet...
Allahım! Son nefesimizi kulluk hizmetinde solumayı nasip ve müyesser eyle!

23 Ağustos 2009 Pazar

MISIR PİRAMİTLERİ TÜRKİYEDEN KAÇIRILMIŞ HABER RÖPARTAJ İNANILMAZ GÜLECEKSİNİZ.

DÜŞÜNMEDEN KONUŞAN TEK MİLLET TÜRKTÜR. BİLMEDİĞİ KONULARDA AHKAM KESMEYE BAYILAN TEK MİLLETTE TÜRKTÜR.

16 Ağustos 2009 Pazar

ESKİDEN İYİLİK YAPARLARDI. (SÖYLEMEZLERDİ) BAŞA KAKMAZLARDI. ŞİMDİ SADECE VAAT EDİYORLAR. YAPACAĞIZ HALLEDECEĞİZ DİYE...

FİLOZOFLARDAN SEÇMECE ÖZLÜ SÖZLER

Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor. (James B.Conont )
Yumuşak olma ezilirsin sert olma kırılırsın. (VICTOR HUGO)
Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte hem ışığı hem de gelecek treni görür. (J.Harris)
Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen adamdır. (Confucius)
Bir ülkede YALAKALIĞIN getirisi, DÜRÜSTLÜĞÜN getirisinden daha fazla ise, o ülke batar. MONTESQUİE
Güzelliği bulmak için tüm dünyayı dolaşsak da;Onu içimizde taşımıyorsak asla bulamayız. (R.W. Emerson)
İyi bir hakimde 4 nitelik vardır;
Nezaketle dinlemek,
Akıllıca konuşmak,
Dikkatlice düşünmek,
Tarafsızca karar vermek. (Sokrates)
Mutluluk isteyenlerin değil, hakedenlerindir..
- Aklına kötü şeyler getirmezsen, kötü şeyler olmaz
- Gerçekte herkes ölür ama herkes yaşamaz.
Yaşamın tadını Çıkartmaktan Korkana, Aptal Derim ( Albert Camus )
Topluma En büyük Eserleri, Çocuksuz Adamların Evlenmemiş Olanları Vermişlerdir ( Bacon )
.Az anlamak ters anlamaktan iyidir.-SWEIG
Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.-CONFUCIUS

15 Ağustos 2009 Cumartesi

CİMRİLER NE İYİ İNSANLARDIR

YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL

PEYGAMBER EFENDİMİZ'DEN BAZI HADİS-İ ŞERİFLER

Allah bir kapıyı kaparsa bin kapıyı açar
Susan, kurtulmuştur.
İman iki eşit parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.
Kuran yedi nüans üzerine indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşımasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.
Sonradan özür dilemeyi gerektiren şeyleri yapmaktan kaçınınız.
Haset, ateş nasıl odunu yer yutarsa iyilikleri yer yutar, mahveder.
Mazlumun bedduasından sakınınız. O dua ile Allah arasında perde yoktur.
Dostlukta da düşmanlıkta da aşırıya kaçmayın.
Bir gün birisiyle dost olduğunuzda, yarın onun bir düşman olabileceğini unutmayın.
İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.
İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olanıdır.
İnsan dilinin altında gizlidir.
Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. O zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın.
PEYGAMBER EFENDİMİZDEN HADİSİ ŞERİFLER (ÖZLÜ SÖZLER)
Kabrimi ziyareti bayrama çevirmeyin.
Münafıklığın alameti üçtür : Konuştuğu zaman yalan söyler, vaat ettiği zaman sözünde durmaz, emanete hıyanet eder.
Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyilikleridir.
Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.
Evlat kokusu cennet kokusudur.
Utanmak güzeldir ama kadınlarda olursa daha da güzel olur.
Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir.
Sakın kendisine verdiğin kıymeti sana vermeyenle arkadaş olma.
Babalarınıza iyilik edin ki, oğullarınız da size iyilik etsin.
Siz kendiniz namuslu olun ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar.
Bela insanın diline bağlıdır. Bir kimse bir şeyi yapmam dedi mi, şeytan her işini bırakıp onu yaptırana kadar uğraşır.
Zengin, çok mala sahip olana denmez, zengin kalbi olana denir.
Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi miras bırakamaz.
Cahiller cesur olurlar.
İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.
Sana emanet edilen şeyi iyi sakla, birinin hıyanetine uğradığın zaman hoş gör ve hıyanete hıyanetlikle karşılık verme.
En büyük düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında olan düşmandır.
Erdemin en büyüğü, seninle ilişkilerini kesene iyilik etmen, senden esirgeyene vermen, sana kötülük edeni bağışlayıp, dost elini uzatmandır.
Bir anlık tefekkür, bin yıl ibadetten hayırlıdır.
Şeref, edep iledir. Soy ile değildir.
Uyku, ölümün kardeşidir

NE İNSANLAR GÖRDÜM ÜZERİNDE ELBİSESİ YOK. NE ELBİSELER GÖRDÜM İÇİNDE İNSAN YOK!!!

HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZDEN ÖZLÜ SÖZLER

HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZDEN ÖZLÜ SÖZLER
Sırrını saklarsan ona hakim olursun. Saklamazsan, o sana hakim olur.
İnsanların en akıllıları, insanların hareketlerini takdir edenlerdir.
Ahmakla dostluktan çekin, zira iyilik edeyim derken çok defa kötülük eder.
İnsan için iş çoktur, fakat tutacağı işten ak yüzle çıkmayı düşünmelidir.
Bugünkü işini yarına bırakma.
Başkasını ıslah etmeye kalkışmadan önce kendini ıslah etmeye bak.
Kötülüğü bilmeyen adam, onun tuzağına kolay düşer.
Kalbinizin sevmediği kimselerden sakınınız.
Bir insanın şöhretine ve görünüşüne aldanma: namaz ve niyazına bakma: Aklına ve doğruluğuna bak.
Olmamış şeyleri soracağına, olmuşlardan ibret almaya çalış.
Amirin en kötüsü, halkı kötü yola sevkedendir.
Halka karşı insaflı davranan, işinde muvaffakiyete erişir.
Başkasında görüp hoşlanmadığın ayıbın kendinde olduğunu görmemekten büyük ayıp olamaz.
Kibir ve gururlulukla haddini aşanı, Cenab-ı Hakk yerden yere çarpar.
Günahlarını azalt. Ölümün şiddeti sana kolay gelir.
Allah'ı anın, O'nu anmak şifadır.

DÜŞÜNDÜĞÜNÜ HEMEN YAP. SALLAR VE UZATIRSAN HİÇ BİR ZAMAN BAŞARILI OLAMAZSIN. KARARSIZLIK BELİRSİZLİK ŞEYTANIN VESVESESİDİR.

MUSTAFA DEMİRBAŞ'TAN ÖZLÜ SÖZLER

Tutamayacağım sözler VERMEM
Basit kişilerle polimiğe GİRMEM !!!
YALANI ve İHANETİ asla AFFEDEMEM
HATIRALARA SAYGILIYIM! kolay SİLEMEM
Acıyı tanıdığım için... kimseye ÇEKTİRMEM
Cesaretsizliği gururla ÖRTEMEM !!!
Yalan ve taktiklerle uğraşmayın YEMEM !!!
Dostlarıma laf ETTİRMEM !!!!
Tutkularım var VAZGEÇEMEM !!!!
Gidiyorsa GİTSİN Kendi haline bırakırım
eğer özlesem bile DÖN DEMEM
"" Doyacak kadar aşın varsa,başını sokacak bir de damın
İnsanoğluna kulluk etmiyorsan,
Başkasının sırtından değilse geçimin,
Tamam güneşli günler içindesin."
Deniz ne kadar dalgalı olsa sonunda durulur.
Tarih,hükümdarların en iyi danışmanıdır.
İhanetin küçüğü büyüğü olmaz. Büyük ihtiraslar büyük ruhlar içindir.
Can sıkıntısı, dünyaya tembellikle birlikte gelmiştir.
İhtiyaç, icatların anasıdır.İnanmayan bir gönül, içinde kuş bulunmayan bir kafese benzer.
Işıklar söndüğü zaman, bütün kadınlar güzeldir.

KONUŞTUĞUNU UNUTURUM GÖSTERİRSEN HATIRLARIM AMA BENİ KATARSAN O ZAMAN OLAYI ANLARIM


CİMRİLER ÇOK İYİ İNSANLARDIR:))))

DÜNYANIN EN YOKSUL İNSANI PARADAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEYİ OLMAYANDIR:))


10 Ağustos 2009 Pazartesi

ARKADAN YÜRÜME ÖNCÜN OLMAYABİLİRİM


KÖTÜ İNSANLAR YERYÜZÜNDEKİ TEMİZ KALMIŞ İNSANLARI SINAMAYA YARAR!!


BANA SENİ GEREK SENİ

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni !!!
Ben yanarım dünü günü !!!
Bana seni gerek seni !!!
Ne varlığa sevinirim!!!
Ne yokluğa yerinirim!!!
Aşkın ile avunurum !!!
Bana seni gerek seni !!!
Aşkın aşıklar öldürür!!!
Aşk denizine daldırır !!!
Tecelli ile doldurur !!!
Bana seni gerek seni !!!
Aşkın şarabından içem !!!
Mecnun olup dağa düşem !!!
Sensin dünü gün endişem!!!
Bana seni gerek seni !!!
Sufilere sohbet gerek !!!
Ahilere ahret gerek !!!
Mecnunlara Leyla gerek!!!
Bana seni gerek seni!!!
Eğer beni öldüreler !!!
Külüm göğe savuralar !!!
Toprağım anda çağıra!!!
Bana seni gerek seni !!!
Cennet cennet dedikleri !!!
Birkaç köşkle birkaç huri..............!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
İsteyene ver onları ..........
Bana seni gerek seni...
MUSTAFADIR BENİM ADIM.
Gün geçtikçe artar odum .......
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

4 Ağustos 2009 Salı

EY İSTANBUL KALBİNE TAZE KAN BUL

İstanbul


Bir yanda sessiz dua,bir yanda şuh kahkaha,
Bir yanda KULA KULLUK,diğer yanda Allah`a.
Sanmam koca dünyada eşin bulunsun daha.

EY İSTANBUL İSTANBUL SENİN İKİ YÜZÜN VAR,
BİR YÜZÜN GÜLÜYORKEN DİĞERİNDE HÜZÜN VAR.

ibadet sessiz sakin, rezalet gümbürtülü,
Çirkinliğin meydanda, güzelliğin örtülü,
Sararken ufukları gurubun kızıl tülü.

GECELERİN KİM BİLİR NE GÜNAHLARA GEBE?
TAKSİM DEKİ GÜNAHA EYYÜP TE BÜYÜK TÖVBE.

Örf, anane, gelenek, yerle bir ahalide,
Padişah mezarında ürperir Laleli de,
Hayal tacirlerine rağbet Bab-ı âli de.

BU GİDİŞ HAYRA DEĞİL, KALBİNE TAZE KAN BUL,
KARANLIĞA YÜZ ÇEVİR, GÜNEŞE DÖN İstanbul...

Ne yazık ki; satılır olmuş insan maddeye,
Koyun kasapta satlık, kadın düşmüş caddeye,
Nasıl gelmez İstanbul hırstan çatlar raddeye.

HER HALİ EDASIYLA, İSTANBUL UM BİR HOŞTUR,
KADİR DE TAM MÜSLÜMAN, NOEL DE TAM SARHOŞTUR.

Ve işte ekonomin nasıl gelmiş bu hale,
Bir yanda tefeciler, bir yanda Tahtakale,
Pembe gözlükler ile bakamam istikbale.

SÖZ SENETMİŞ ESKİDEN,ŞİMDİ SENET HİKAYE,
DOLANDIRMA, ALDATMA OLMUŞ TİCARİ GAYE.

İşyerinde yabancı kelimeye itibar,
Kafeterya, bonmarşe, butik, şarkuteri, bar,
Beyoğlu`nda Türkçe yok, diğer bütün diller var.

RÜZGAR BATIDAN ESMİŞ ,FATİH İN RUHU KAYIP.
EY İSTANBUL!... İSTANBUL, SANA YETER BU AYIP.

Ey zaman, zalim zaman, geç saniye, saniye,
Teknikte ilerlerken, manâda çöküş niye?
Çağırırken imana, Fatih, Süleymaniye.

ÇEVİR YÜZÜNÜ ÇEVİR, PİSTEN, KİRDEN,ÇAMURDAN.
KIBLEYE DÖN İstanbul, FEYZAL İLAHİ NURDAN.

Karaköy de günahlar, sarılır kalın sise,
Çan çalarken Taksim`in göbeğinde kilise,
Ayasofya susuyor, bu ne garip iş ise?

İSYANIN YERİ YOKTUR, EYYÜP SABRA ÇAĞIRIR.
MEŞHUR ZİNCİRLİKUYU "GEL" DER, KABRE ÇAĞ

GÖNÜL

Gönül

Ben sana uymazsam ağrımaz başım,
Sayende gülecek yüzüm yok gönül.
Nereyi yıkmadı benim gözyaşım,
Nerede hıçkırık izin yok gönül.

Yeni bir afet mi girdi düşüne?
Hadi Allah versin çek git işine,
Bir fettan gözlünün düşüp peşine,
Derbeder olmaya luzüm yok gönül.

Ne bana cilve yap, ne yalvar yakar,
Yerimde kim olsa usanır bıkar,
İstersen karşıma huriler çıkar,
Vallahi billahi gözüm yok gönül.

Son diye söz verdin her seferinde ,
Vefa yok ,ne Aynur, ne Ayfer’inde,
Hayırsız Nur’unda Nilüfer’inde,
Emelim ,özlemim, arzum yok gönül .

Seni çöle çevirmeye mahkumum,
Ne bir gülüm olsun, ne bir zakkumum,
Çoktandır başladı ,yaprak dökümüm,
Takvimde baharım,yazım yok gönül.

Nerede görülmüş ,güldüğüm nerde,
Nerede başımı sokmadın derde,
Her aşkta hüsranla kapandı perde,
Artık o tarakta bezim yok gönül.

Kapandı sevdanın dönemi bence,
Kalmadı ELİFİN’nın önemi bence,
...........................................:::::

20 Haziran 2009 Cumartesi

LEVH-İ MAHFUZ VE ZAMANSIZLIK GERÇEĞİ

LEVH-İ MAHFUZ VE ZAMANSIZLIK GERÇEĞİ
"... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47) Zaman adı verilen algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. Örneğin bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. Aynı cisme belli bir zaman sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.
Zaman Algısının Oluşması
Zamanın, hareket eden cisimler ve meydana gelen değişimler arasında yaptığımız belirli bir sıralamadan doğan bir kavram olduğu gerçeği, bugün bilimsel olarak da kabul edilmiştir. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz.
Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob, Mümkünlerin Oyunu adlı kitabında zaman algımızın her zaman düzgün bir sıralamaya göre oluşmasının önemini şöyle anlatır:
"Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini anlamamıza imkan vermektedir. Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici iş birliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir."
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir (görecelidir). Gerçekte zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Genel Görecelik KuramıZamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en önemli fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu 'Genel Görecelik Kuramı' ile de doğrulanmıştır. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
"Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur."
Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur. Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir."
Kuran'da Zamanın GöreceliğiZamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.
Modern bilimin bu bulgularının bize gösterdiği sonuç, zamanın materyalistlerin sandığı gibi mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı oluşudur. İşin ilginç yanı ise, 20. yüzyıla dek bilimin farkında olmadığı bu gerçeğin, bundan yaklaşık 14 asır önce indirilen Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Kuran ayetlerinde, zamanın izafi bir kavram olduğunu gösteren açıklamalar bulunur. Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Allah, insan hayatının çok kısa olduğunu Kuran'da şu ayetlerle bildirir:
"Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız." (İsra Suresi, 52)
"Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…" (Yunus Suresi, 45)
Bazı ayetlerde, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, insanın gerçekte çok kısa olan bir süreyi çok uzunmuş gibi algılayabildiğine işaret edilir. İnsanların ahiretteki sorguları sırasında geçen aşağıdaki konuşmalar bunun bir örneğidir:
"Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.'" (Müminun Suresi, 112-114)
Allah bazı ayetlerde de, zamanın farklı ortamlarda farklı bir akış hızıyla geçtiğini bildirir: "... Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Suresi, 47)
"Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4)
"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)
Tüm bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilimin 20. yüzyılda ulaştığı bu sonucu bundan yaklaşık 1400 yıl önce Allah'ın Kuran'da bildirmiş olması ise, elbette, Kuran'ı, zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Yüce Allah'ın indirdiğinin delillerinden bir tanesidir.
Zamanın İzafiyeti,Kader Gerçeğini De Açıklamaktadır Zamanın izafiyeti ile ilgili açıklamalarda ve ayetlerde görüldüğü gibi, zaman algıyla değişkenlik gösteren, sabit olmayan bir kavramdır. Örneğin bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, Allah Katında bir andır. Bizim için 50 bin yıllık bir süre, melekler ve Cebrail için bir gündür.
Bu gerçeğin bilinmesi, kader konusunun kavranması açısından çok önemlidir. Çünkü kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları "tek bir an" içinde yaratmış olmasıdır. Bu da, Allah Katında evrenin yaratılış anından kıyamete kadar olan her olayın yaşanmış ve bitmiş olması demektir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini, Allah Katında geçmiş ve gelecek tüm olayların nasıl yaşanıp bittiğini ve kaderin gerçekliğini kavramakta zorlanırlar. Oysa "yaşanmamış olaylar" bizim açımızdan yaşanmamış olaylardır. Çünkü biz Allah'ın yarattığı zamana bağlı olarak yaşamımızı sürdürürüz ve hafızamıza verilen bilgiler olmadan hiçbir şey bilemeyiz. Allah, dünyadaki imtihan ortamı gereği "gelecek" olarak isimlendirdiğimiz olayları hafızamıza vermediği için, gelecekte ne olacağını da bilemeyiz. Allah ise zamandan ve mekandan münezzehtir, zaten bunların tümünü yoktan yaratan Allah'tır. Bu nedenle Allah Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir. Bir olayın başı da sonu da O'nun Katında tek bir anda yaşanır. Örneğin Firavun'un nasıl bir sona uğradığını Allah, daha Hz. Musa'yı Firavun'a göndermeden, Hz. Musa daha doğmadan, hatta Mısır devleti daha kurulmadan önce bilir ve tüm bu olaylar Firavun'un sonu ile birlikte Allah Katında tek bir an olarak yaşanmıştır. Geçmiş ve gelecek hazır olarak, hepsi aynı anda mevcuttur.
Zaman İçinde YolculukZamanla ilgili bilim adamları tarafından yapılmış olan açıklamalar Kuran ayetleriyle tam bir uyum gösterir. Buna göre zaman, algılarımıza göre şekillendirdiğimiz bir kavramdır. Tüm algılarımızı da bize hissettiren Allah olduğuna göre, Allah izin verdiği takdirde bir insanın zaman içinde ileri doğru yada geriye doğru yolculuk yapabilmesi elbette ki mümkündür.
Bu konuyu daha iyi anlamak için zamanı bir film şeridine benzetebiliriz. Filmin tersten çekildiğini düşünürsek film kahramanı da gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmış olacaktır. Ya da baştaki bir kareyi bir anda sona saracak olursak filmdeki karakter bir anda gelecekteki bir anı görmüş olacaktır. İşte bizim dünyada algıladığımız zaman kavramı da bundan farksızdır. Dolayısıyla Allah dilediği takdirde bu algı düzenini değiştirir ve insan geleceğe ya da geçmişe yolculuk yapabilir. Kuran'ın pek çok ayetinde bu konuya işaret edilmiş ve zaman içinde Rabbimiz'in dilediği kişinin farklı bir boyut yaşayabileceği bildirilmiştir. Örneğin Allah, Kuran'da haber verilen mümin bir topluluk olan Kehf Ehli'ni üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir:
"Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık." (Kehf Suresi, 11-12)
"Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...'" (Kehf Suresi, 19)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kehf Ehli'nin uykuya yatmadan önceki zaman dilimi ile uykudan kalktıkları anki zaman dilimi birbirinden farklıdır. Allah buna benzer bir durumu bir başka ayetinde daha bildirir. Bakara Suresi'nin 259. ayetinde ıssız bir şehre uğrayan bir adam haber verilir. Allah bu adamı yüz yıl ölü bırakıp, sonra diriltmiştir. Ancak adam kendisinin bir gün, hatta bir günden az kaldığını zannetmiştir. Hatta geçen yüz yıllık süre zarfında, adamın yiyecekleri bozulmamış, eşeği de olduğu yerde durmaktadır. Söz konusu ayet şu şekildedir:
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: 'Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?' Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: 'Ne kadar kaldın?' O: 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. (Allah ona:) 'Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?' dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: '(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.' (Bakara Suresi, 259)
Ayette Allah, bu olayı bir ibret olarak haber verdiğini de bildirmektedir. Bu ayetten de Kehf Ehli'nin uykusu gibi, zamanın Allah'ın kontrolünde geliştiği ve Allah'ın dilemesiyle zamanda geleceğe ve geçmişe gidilebileceği açıkça görülmektedir.
Kuran Ayetlerindeki İşaretAllah Katında zamanın tek bir an olduğunu, Allah için geçmiş ve gelecek olmadığını Kuran'daki bazı ayetlerde yer alan işaretlerden ve bilgilerden de anlarız. Bizim için gelecek zamanda olacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah geçmişi de geleceği de, bir an olarak zaten yaratmıştır. Bu nedenle gelecekte olacağı anlatılan bir olay zaten olup bitmiştir. Ama biz görmediğimiz için onu gelecek zannederiz. Örneğin, ahirette insanların Allah'a verecekleri hesabın haber verildiği ayetlerde, bu çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." Korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler... (Zümer Suresi, 68-73)
Bu konudaki diğer ayetler ise şöyledir:
(Artık) Her bir nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)
Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' (Hakka Suresi, 16)
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi, 12-13)
Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir. (Naz'iat Suresi, 36)
Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin Suresi, 34)
Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)
Tüm bu ayetlerde, ölümümüzden sonra yaşanacak olan olaylar, yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah, bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutundan münezzeh olandır. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve bir kitapta kayıtlı olduğu gerçeği ise aşağıdaki ayette şöyle haber verilir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Kadere Teslimiyetin ÖnemiGeçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir.
Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülenler, sinirlenenler, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere yormaktadırlar. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.
Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır.
Kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Bunun yerine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz'in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi,
"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)
Bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. "Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir. Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir:
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

17 Haziran 2009 Çarşamba

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR

KADERE TESLİMİYET VE TEVEKKÜLDEKİ SIRLAR
Tevekkül, sadece güçlü bir imana sahip, Allah'ın gücünü takdir edebilen ve O'na yakın olan müminlere ait bir özelliktir. Kavrayabilenler için tevekkülde önemli sırlar ve büyük nimetler vardır. Tevekkül, Allah'a ve yarattığı kadere kesin bir teslimiyet ve güvendir. Allah, insanlar da dahil olmak üzere, canlı cansız tüm varlıkları bir kaderle yaratmıştır. Örneğin güneşin, ayın, denizlerin, göllerin, ağaçların, çiçeklerin, küçük bir karıncanın, daldan düşen tek bir yaprağın, masanızın üzerindeki tek bir toz zerresinin, yolda yürürken ayağınıza takılan bir taşın, on sene önce satın aldığınız elbisenizin, buzdolabınızdaki şeftalinin, annenizin, babanızın, akrabalarınızın, ilkokul arkadaşlarınızın, sizin, kısacası herkesin ve herşeyin Allah Katında, milyonlarca yıl önce belirlenmiş bir kaderi vardır. Ve her varlığın kaderi, Allah'ın Katında Levh-i Mahfuz isimli bir kitapta yazılıdır. Kimin ne zaman öleceği, hangi yaprağın ne zaman hangi hızla yere düşeceği, buzdolabınızdaki şeftalinin ne zaman, hangi noktasından çürümeye başlayacağı, taşın ayağınıza takılana kadar geçireceği aşamalar, kısacası küçük büyük her olay bu kitapta kayıtlıdır.
Müminler kadere iman ederler ve Allah'ın yarattığı kaderin en hayırlısı ve en güzeli olduğunu bilirler. Bundan dolayı da hayatlarının her anında tevekküllüdürler. Yani olayları Allah'ın belli bir hikmetle yarattığını ve şahit oldukları olay ne olursa olsun, Allah'ın bunda bir hayır dilediğini bilirler. Örneğin, ölümcül bir hastalığa yakalanmak, çok çetin ve acımasız bir düşman ordusu ile karşılaşmak, masum olmasına rağmen iftiralara uğramak veya insanın aklına gelebilecek en ürkütücü olaylar dahi, müminleri telaşa veya korkuya kaptırmaz. Onlar Allah'ın kendileri için yarattığını sabır ve metanetle beklerler. İman etmeyen bir insanın dehşete ve ümitsizliğe kapılacağı olaylar karşısında onlar büyük bir zevk alırlar. Çünkü en ürkütücü görüntü ve konuşma dahi, Allah Katında önceden planlanmış ve insanın imtihanı için yaratılmıştır. Bunlara sabır ve tevekkülle karşılık verenler, Allah'a ve O'nun yarattığı kadere teslim olup güvenenler Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanacaklar, karşılığında sonsuza dek cennette yaşayacaklardır. Dolayısıyla, müminler hayatları boyunca tevekkülün konforunu ve imani neşesini yaşarlar. Bu, Allah'ın müminlere verdiği bir sır ve güzelliktir ve Allah Kuran'da tevekkül edenleri sevdiğini bildirir. (Al-i İmran Suresi, 159)
Tevekkül hakkında Kuran'da bildirilen bir başka konu ise, tedbirdir. Kuran'ın birçok ayetinde, müminlerin çeşitli konumlarda alabilecekleri tedbirler bildirilmektedir. Bununla birlikte Allah, tedbirlerin kendi takdirini değiştirmeyeceğini ancak bunların bir ibadet olarak kabul edileceğini de farklı ayetlerinde insanlara bir sır olarak verir. Hz. Yakup'un oğullarına şehre girerken tavsiye ettiği tedbirler ve bunun ardından tevekkülü hatırlatıcı olması bunun bir örneğidir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:

Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)

Hz. Yakup'un sözlerinde de görüldüğü gibi, müminler mutlaka her konuda önlem alırlar. Ancak, Allah'ın kaderlerinde kendileri için dilediklerini değiştiremeyeceklerini bilirler. Örneğin,bir insan trafik kurallarına çok dikkat etmeli, arabasını tehlikeli bir şekilde sürmemelidir. Bu, kendisinin ve diğer insanların hayatı için önemli bir tedbir ve ibadettir. Ancak, eğer Allah bu insan için bir trafik kazasında ölmeyi yazmışsa, alacağı hiçbir tedbir onun ölümünü engelleyemez. Bazen bir insanın aldığı önlem veya yaptığı bir hareket onu ölümden döndürmüş gibi görünebilir. Veya bir insan, hayatında ani bir karar alarak, hayatının akışını tamamen değiştirebilir, bir başkası ölümcül bir hastalığa yakalanmışken, güç ve irade göstererek hastalığını yenmiş olabilir. Ancak bütün bunlar o kişilerin kaderlerinde olduğu için böyledir. Bazı insanlar bu tür olayları "kaderini yendi", "kaderini değiştirdi" gibi son derece mantıksız ve yanlış bir şekilde yorumlarlar. Oysa hiçbir insan, en güçlü ve azimli görüneni bile, Allah'ın kendisi ve başkaları için yazdığı kaderi değiştiremez. Hiçbir insan böyle bir güce sahip değildir. Aksine her varlık, Allah'ın yarattığı kader karşısında acizdir ve aslında doğal olarak kaderine teslimdir. Sadece birçoğu bunu kabul etmek istemez. Kaderin varlığını inkar etmek de onun kaderindedir aslında. Dolayısıyla, hastalıktan veya ölümden kurtulan, ya da hayatının akışı tamamen değişen insanlar, hepsi kaderlerinde olduğu için bunları yaşarlar. Allah, bu durumu ayetlerinde şöyle bildirir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, insanın karşılaştığı her olay Allah Katındaki bir kitapta önceden tespit edilerek yazılmıştır. Ve Allah, bu nedenle insanın elinden çıkana üzülmemesi gerektiğini söyler. Örneğin büyük bir yangında veya girdiği ticaret hayatında tüm malını mülkünü kaybeden bir insan, bunu kaderinde olduğu için yaşar. Bunu engellemesi veya önüne geçmesi mümkün değildir. O zaman bunun için üzülmesi de anlamsız olacaktır. Allah, insanları kaderlerinde belirlediği birçok olayla dener. Bu olaylara tevekkül edenler, Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanırlar. Tevekkülsüz davrananlar ise, hem dünyada sıkıntı, huzursuzluk ve mutsuzluk yaşarlar, hem de ahirette sonsuz bir azapla karşılık görürler. Tevekkülün insan için hem dünyada hem de ahirette büyük bir kazanç ve kolaylık olduğu çok açık bir gerçektir. Allah, tevekkülle ilgili sırları müminlere vererek onların üzerinden zorlukları almış ve onlar için dünya hayatındaki imtihanı kolay hale getirmiştir

15 Haziran 2009 Pazartesi

DİNDE REFORM YAPMAK (YENİLİK YAPMAK İSTEYENLER) DİNİ ÇAĞA UYDURMAK İÇİN DİRENENLER ALLAHI YETERİNCE TANIMIYORLAR...

"""LEVHİ MAHFUZ "EKSİ SONSUZ SAYIDAN ARTI SONSUZ SAYIYA KADAR HERŞEYİN DOĞUMUNDAN ÖLÜMÜNE KADAR OLAN TÜM HADİSELERİN YAZILDIĞI VE YARATILDIĞI BİR KİTAPTIR".HER ŞEYDE BİR ANDA YARATILMIŞTIR".. MEZHEPSİZLER VE DİNDE REFORMCULAR İSE ALLAHI HAKKIYLE TANIYAMADIKLARINDAN..... "İNSANLARI ARKADAN KOVALAYAN BİR ALLAH OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORLAR""" TEKNOLOJİYE HAYRET EDEREK "İNSANLARIN TEKNOLOJİYİ YARATTIĞINI TEKNOLOJİK GELİŞMELERE HAYRANLIK DUYARAK" ZAMAN KAVRAMININ DÖNDÜĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORLAR. OYSA ZAMAN KAVRAMI YOKTUR. UÇAKTA TELEVİZYONDA CEP TELEFONU DA BİLGİSAYARDA AYNI ANDA OL DENİLEREK YARATILMIŞTIR. LEVHİ MAHFUZUN İÇİNDE KAYITLIDIR. AMA İNSANLAR ZAMANA BAĞLI OLARAK BUNLARA TESADÜF ETMİŞLERDİR RASTLAMIŞLARDIR. ONUN İÇİNDE İNSAN NEFSİ KENDİNİ BİR YARATICI OLARAK KABUL ETMİŞ KAŞİFLER KEŞİFLERİYLE ÖVÜNMÜŞ, İMARA (YAPIYA) BAKMIŞLARDIR. MİMARA PROJEYİ ÇİZENE DİKKAT ETMEMİŞLERDİR. KAİNATTA OLMUŞ OLACAK HERŞEYİN TEK MİMARI ALLAHTIR. BUNU ALGILAYAMADIKLARI İÇİN " DİNDE BULUNAN KURALLARI DEĞİŞTİRMEYE KALKMIŞLAR. KİMİ TÜP BEBEK İÇİN FETVA VERMİŞ, KİMİ UÇAKLARIN ÇIKTIĞINI BU NEDENLE KADININ TEK BAŞINA HACCA BİLE GİDEBİLECEĞİNİ SÖYLEYEREK DİNİN KURALLARINI HİÇE SAYMIŞLAR AKILLARINCA YORUM GETİRMİŞLERDİR. ESKİDEN ŞÖYLEYDİ ŞİMDİ BÖYLE... ALLAH KATINDA ESKİ VE YENİ YOKTUR. GEÇMİŞ ZAMAN ŞİMDİKİ ZAMAN VE GELECEK ZAMAN YOKTUR. BİR ANDIR HEPSİ. ALLAHIN NASIL BİR YARATICI OLDUĞUNU NAÇİZHANE ŞÖYLE MİSALLERLE ANLATMAYA ÇALIŞACAĞIM. İNSANOĞLUNUN UĞRAŞARAK FABRİKALARDA ÜRETTİĞİ VE BİR SÜRÜ AŞAMADAN GEÇİRDİĞİ ARABALAR UÇAKLAR TELEVİZYONLARI ALLAH HİÇ BİR VASITAYA VE YARDIMCIYA GEREK KALMAKSIZIN BİR ANDA MİLYONLARCA YARATABİLİR OL DEDİĞİNDE YERLERİ GÖKLERİ BUNUNLA DOLDURBİLİR. HATTA TV BİLGİSAYAR YENİ Mİ KEŞFEDİLDİ. ALLAH İSTESE FATİH SULTAN MEHMET ZAMANINDA DA AYNI ANDA BİLGİSAYARI BİNLERCE YARATABİLİRDİ.... YANİ ZAMAN KAVRAMI ALLAH KATINDA YOKTUR. ONUN İÇİN TEKNOLOJİ SONRADAN OLUŞAN GELİŞEN BİR ŞEY DEĞİLDİR. ANCAK ALLAH İNSANLARAR VERDİĞİ AKIL DÜŞÜNCE BEYİN GÜCÜNÜN HAREKET ETMESİNİ İZLEMİŞ VE ONLARA MEŞGALE SAĞLAMIŞ, GÜZEL FAYDALI ŞEYLERİ DÜŞÜNDÜRMÜŞ, ÜRETTİRMİŞ VE BUNLARI DA SEVABA DÖNÜŞTÜRMÜŞTÜR. YANİ ALLAH SEVAP VERMEK İÇİN FAKİRİ DE YARATMIŞ ZENGİNİ DE YARATMIŞ ALTINI PARAYI DA YARATMIŞ VE BUNLARIN HAL VE HAREKETLERİNİ İZLEMEKTEDİR. BİR ANDA HEPSİNİ İZLEMİŞ NEYİN NASIL OLACAĞINI KİMİN CİMRİLİK EDECEĞİNİ, KİMİN CÖMERTLİK EDECEĞİNİ EZELDEN EBEBE BİLMEKTEDİR. BU NEDENLE "MEZHEPSİZLERİN, YA DA DİNDE (ALLAHIN KURAL VE KAİDELERİNDE) DEĞİŞİKLİK YAPMAK İSTEYENLER" YARATICININ BU ÜSTÜN ÖZELLİĞİNİ ÇÖZEMEMİŞLERDİR. KENDİLERİNDE ŞİRK KOŞARAK "BUNU YAPMALIYIZ, MADEM ALLAH BANA BU AKLI VERDİ BU AKLI KULLANAYIM DİYE DÜŞÜNMEKTEDİR" kalpleri kararmıştır. TEKNOLOJİDE HER TÜRLÜ GELİŞME SERBESTTİR . ANCAK HAŞA ALLAH "DİNİ EKSİK BIRAKMAMIŞTIR".... BİR KİŞİ KURANI ANLAYAMIYORSA, HADİSLERİ KAVRAYAMIYORSA BU DİNİN EKSİK OLDUĞU MANASINI ELBETTE TAŞIMAZ. DİN BÜTÜNDÜR. TÜM DİNLER İSLAMDIR. (TÜM KİTAPLARDA AYNI EMİRLER VARDIR) TÜM PEYGAMBER MUHAMMED MUSTAFA 'YA TABİDİR. TÜM CİNLER İNSANLARIN DA PEYGAMBERİDİR. ADEM ALEYHİSSELAM YARATILDIĞINDA GÖZÜNÜ AÇTIĞINDA, ALLAHIN İSMİ YANINDA RESULULLAHIN İSMİNİN YAN YANA GÖRMÜŞTÜR".... ONUN İÇİN DİNDE REFORM YAPMAK İSTEYENLERİN YANILDIĞI NOKTA ZAMANIN İÇİNE DALMALARI, VE KURANDA YAZILI KURALLARIN "ÇAĞA UYGUN DÜŞMEDİĞİNİ" DÜŞÜNEREK KENDİLERİNCE "DİNE KOLAYLIK GETİRMELERİ VE YENİLİK GETİRMELERİ" VE MÜSLÜMANLARA FAYDALI OLDUKLARINI SANMALARIDIR. REŞİT RIZA, ABDUH, SEYYİD KUTUP, EFGANİ, HANGİ BİRİNE BAKARSAK BAKALIM. BUNLAR NE KADAR HALİSHANE İYİ NİYETLE HAREKET ETSELERDE... "ŞİRK" ALLAHA ORTAK KOŞMADA HİÇ BİR İYİNİYET ARAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR. ALLAHI EKSİK GÖRMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. YARATICIDA HİÇ BİR KUSUR YOKTUR. ALLAHI HAKKIYLA TANIYAN VE TESLİM OLAN KİŞİ MÜ'MİNDİR...

ACİZLER BASİTLER ASİLLER BEYNİ GELİŞMİŞLER

BEYNİ GELİŞMEMİŞ İNSANLAR DİĞER İNSANLARI TARTIŞIR….BEYNİ ORTA GELİŞMİŞ İNSANLAR OLAYLARI TARTIŞIR-OLAYLARI YARGILAR- BEYNİ FAZLA GELİŞMİŞ İNSANLAR İSE SİSTEMLERİ TARTIŞIR……. “…..ASİLLER İDARE EDER….ACİZLER ŞİKAYET EDER….. BASİTLER İFTİRA EDER

ALLAH BAZILARINI NEDEN ZENGİN EDER?

Gerçek zenginlik yalnızca Allah'a aittir. O dilediğini Kendi fazlından zengin kılar, dilediğini de belli bir süreye kadar yoklukla dener. 'Varis' sıfatında da belirttiğimiz gibi herşeyin varisi yalnızca Allah'tır. İnsanların dünyada sahip oldukları zenginlikler, mal-mülk de yalnızca Allah'a aittir.
Her insan hayatı boyunca çalışıp kazandığı herşeyi ölümüyle birlikte muhakkak geride bırakmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen yaşadığı kısa hayatta mal-mülk sahibi olmakla övünen, zenginliğiyle büyüklenen ve bunun sonucunda Allah'ı unutan kişiler için Kuran'da şöyle hükmedilmektedir:
Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun Suresi, 55-56) Müminun Suresi 55-56 ayetinde açıklamak istenen şey... Mülkün yaratıcısı dilediğine dilediği kadar mülk vermekte mülkün yaratıcısı ve paylaştırıcısı da kendisidir. Evet mülkün çok olması, insanın çevresinde abi diyen dalkavuğun çok olması, hükümet adamlarının saygı ile davranması, ya da siyasi gücü olması gibi etkenler ALLAHTAN KULU UZAKLAŞTIRAN KALPLERİ KARARTAN BİR AĞIRLIKTIR. Bu nedenle şeytan devreye giriyor ve fısıldıyor herşeyi allah yarattı sen sorumlu değilsin zaman akıyor zaman içinde olup bitene hiç sesini çıkarma başını öne eğ, Bilmeden hata yapsan bile Allah affedicidir diyerek zenginliğin içine dalmış evliya dahi gafletlere dalarak haramları mübah görüyor caizdir, ilmi siyasettir diyerek kendince yorumlara giriyor. Burada amacın islamı dini yaymak diğer insanları hidayete erdirmek için kendisinin görevlendirildiği hissi veriliyor. ve çok acı bir durumdur. Onun için günümüzdeki CEMAATLERİN Allaha ulaşmak ve Mevlanın kelamını yaymak amacıyla TİCARET Yaptıklarını, Bina üzerine bina yaptıklarını, ve HARAM OLAN HERŞEYİ DE MÜBAH GÖRDÜKLERİNİ İBRETLE İZLEMEKTEYİZ. ".......HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZ..."İNANDIĞINIZ GİBİ YAŞAMAZSANIZ, YAŞADIĞINIZ GİBİ İNANIRSINIZ"...BUYURMUŞTUR.

HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR? PEKİ ALLAH NEDEN ŞERRİ YARATTI?

HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR…. PEKİ ALLAH NEDEN ŞERRİ YARATTI ?Şerre alet olan şarabın yaratılması da Allah'a ait. Çünkü üzümü yaratan Allah... Üzümden şarap yapan insanlardır.Alkolün yaratılması şer değildir içilmesi şerdir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Dikenler kötü deniyor. Köylüler dikenli ağaçları keser yakarlar; meyve veren ağaçlar böylece kurtulur.Gübre pistir. Bahçeye gübre çeksek verim artar.Diyorlar ki "Pisliği yani gübreyi Allah yaratmıştır demeyi Esma-ül Hüsna'ya yakıştıramıyoruz. O zaman sorarlar gübreyi yaratan kim? Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz bir şehirde iki vali olmaz; kainat denilen bu büyük âlemin Hakim-i Mutlak'ı Allah'tır.Zehir tehlikelidir. Eczacılar ilaç yaparken zehir kullanır. Ölçü dahilindeki zehir şifadır.Silah kötüdür. Vatanı koruyan silah azizdir.Mikroplar çok zararlıdır. Fakat tıp dünyası mikroplar üzerine kurulmuştur. Mikropların varlığı insanları temizliğe sevk etmiştir.Öyle hastalıklar var ki hasta durmadan "Allah" diye zikrediyor. Allah dedirten mikrobun neresi kötü? Sapıtan insana haddini bildiren mikrop ne kadar güzeldir...Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır.Yağmurlar birisine zarar verdi diye yağmura şer denemez. Yağmur rahmettir. "Yağmur yağmazsa barajlardaki su bitecek. Su kesintisi başlayacak." diyorlar. Hani yağmur kötüydü? Temmuzun sıcak güneşi bir kısım otları kurutuyorsa ona şer denemez. Çünkü tabiat kazanını kaynatan o kazanda çeşit çeşit rızıkları hazırlayan güneştir.Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır. Hayrı ve şerri yaratan Allah'tır. Onlardan faydalanan veya zarar gören insandır. Peki Allah hiç mi felaket göndermez? Gönderir elbette... Amma her felakette bir rahmet bir hayır vardır. Zengin bir aile zenginliğine uygun olarak bahçe içinde bir evde yaşıyordu. Evdeki mefruşat ve bütün eşyalar en son modeldi. Rüya âleminde yaşıyor gibiydiler. Doktorun teşhisi onlara büyük bir felaket gibi geldi. Büfelerden içkiler indirildi salonlarda kelebek gibi uçmaktan vazgeçtiler. Hastalık ağırlaştıkça ağırlaştı. Her şey onlar için zehir oldu. Dünyaları karardı. Düşündüler... Mal gitti ev gitti eğlence bitti. Sadece Allah kaldı... Paranın kıymeti yok makamın kıymeti yok. Neyin kıymeti var o zaman? Allah'ın kıymeti var... Yaşlarının ilerlemesine rağmen Kur'an-ı Kerim öğrenmeye başladılar. Namaz kıldılar. Bu şekilde İslam sarayının kapısından girmiş oldular. O musibet onlar için koltuk değneği oldu. Koltuk değneklerine dayana dayana İslam sarayına girdiler.Hayır; “meşru iş, faydalı amel, iyilik” demektir. Şer ise, onun zıddı olup “zararlı iş, kötülük”anlamına gelir. Hayır ve şer Allah’tandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak O’dur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yoktur. Hayır ve şer, yapılan işin, işlenen fiilin Allah’ın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgilidir. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalıdır.Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... hepsi birer fiildir. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allah’tır. İşlenen fiil, yapılan iş, İslâm’a uygun ise ‘hayır’, aksi halde ‘şer’ olur. Zaten Allah’ın birliğine iman eden bir insan, O’nu bütün bu işlerin, bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilir.İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüz’î iradesini o işi yapmaya sarfeder. Neticeyi yaratan ise Allah’tır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil ‘hayır’ olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim:Görme fiilinin yaratıcısı Allah’dır. Göz fabrikası O’nun, ışık O’nun, görülen bütün eşya da O’nundur. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allah’dır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır” olur, haramsa “şer” olur. Hayrı da O yaratır, şerri de.İslam inancına göre, şerrin yaratılması şer değildir; şer olan, onu kesb etmek, yani ona yönelmek, onu irade etmek ve işlemektir. Bütün ilâhî isimler gibi, bütün ilâhî fiiller de güzeldirler. Hâlık ismi güzel olduğu gibi, yaratma fiili de güzeldir. Rezzak ismi güzel olduğu gii rızıklar da güzeldirler.Rahman ismi gibi, Kahhar ismi de güzeldir; güzel olmayan, kahrı gerektiren isyanları işlemektir.Suç işlemek şerdir, ama suçluyu hapse atmak şer değildir. Dalâlet fırkalarından birisi olan Mutezile Mezhebinde, şerrin yaratılması, şer telâkki edilir. Buna göre, canilere ceza vermeyi şer kabul etmek gerekiyor. İnsanın kanındaki alyuvar ve akyuvarları yaratan Allah olduğu gibi, onun manevî kalbinde hidayet ve dalâleti de yaratan yine O’dur. Hidayet hayırdır, dalâlet ise şerdir. Bunların her ikisine de kulun kendisi talip olur. Ve yine bunların her ikisini de Allah yaratır.Bu imtihan meydanının bir gereği de, “bir kul, hayır olsun, şer olsun her neyi isterse” Allah’ın onu yaratması değil midir? Hidayet yolunu tercih edenlerde Hâdi, yani hidayete erdirici ismi, sapık yollara girenlerde ise Mudil, yani “dalâlete düşürücü” ismi tecelli eder. Birincilere yolun doğrusu gösterilmiş, ikincilere ise arzu ettikleri yanlış yol açılmış ve geçmelerine izin verilmiştir. Her iki isim de, her iki tecelli de güzeldirler. Güzel olmayan, hidayeti bırakıp dalâleti tercih etmek, onu istemek, ona yönelmektir.Nur Külliyatında bu hakikat açıklanırken enteresan bir misâl verilir: Ateş. Ateşin yaratılması şer değildir; ateşin binlerce faydası bunu ispat eder. Şer olan, ateşe temas etmek, O’nunla yangın çıkarmaktır.Şu da var ki, insanlar, çoğu zaman, “şer“ kelimesini kendi hoşlarına gitmeyen, rahatlarını kaçıran ve huzurlarını bozan şeyler için kullanırlar. Hâlbuki, bu hadiseler insan için birer imtihan vesilesi, birer terakki aracıdır. İnsanoğlu bu şerlerin altında nice hayırlar bulunduğunu bilemez ve sabırsızlık göstererek şikayet yolunu tutar ve böylece onları kendi hakkında şerre çevirir.İnsanın bu kısa nazarı ve bu yanlış tutumu, cihatla ilgili bir âyet-i kerimede şöyle sergilenir. “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki o hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara Sûresi, 216)Demek ki, hoşlanmadığımız ve şer sandığımız birçok hadise, gerçekte hayrı netice verebilmektedir; hastalığın günahlara kefaret olması gibi. Bazen de hoşlandığımız şeylerin hakkımızda şer olduğunu görüyoruz; servet ve makamın kibir ve gurura yol açması gibi.İnsan hayrı da şerri de cüzi iradesiyle kendisi işler. Ama ikisinin de yaratıcısı Allahü teâlâdır. İşte âyet-i kerime meali: (Zerre kadar iyilik yapan, onun mükafatını görecek, zerre kadar kötülük yapan da onun cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]Bu âyet, kendi irade-i cüziyyemizle hayır ve şer işlediğimizi gösteriyor. Öyle olmasa, iyilik işleyen Cennete, kötülük işleyen Cehenneme gönderilmez. Hayrı ve şerri işlememize izin veren yani hayrı ve şerri yaratan yine Allahü teâlâdır. İki âyet meali şöyledir:(Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.) [İbrahim 4](Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96](Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] Kadı Beydavi hazretleri bu âyeti, (Hayrı, şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allahü teâlâdır. Her şey Onun tasarrufu altındadır) diye açıklıyor. Şimdi Nisa suresine bakalım: (Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]Âyette tevile ihtiyaç kalmadan, hepsi Allah’tandır ifadesi geçiyor. İyilik de kötülük de, hayır da şer de Allah’tandır. Allah’tan başka yaratıcı olur mu hiç? Elbette hepsi Allah’tandır. Bundan sonraki âyette ise şöyle buyuruluyor: (Sana ne iyilik gelirse Allah’tan, kötülük ise kendindendir.) [Nisa 79]Hâşâ bu âyet bir önceki âyete zıt değil ki. Bir insana kötülük gelirse, bu kendi günahı sebebiyledir. Ama onun yaratıcısı yine Allah’tır. İşte bir âyet meali: (Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder [musibete maruz bırakmaz]) [Şura 30]Kötülük kendindendir demek, kul günahı işleyince Allahü teâlâ onu, günahı sebebiyle belaya maruz bırakıyor demektir. Yoksa kul kötülüğü kendisi yaratıyor demek değildir. Resulullah efendimiz, imanla ilgili âyetleri açıklıyor, Kur’an-ı kerimden sonra en sağlam kitap olan Buhari ve Müslim’de (İman, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır) buyuruyor. Yine buyuruyor ki:(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizi]RESULULLAH EFENDİMİZ BUYURDU Kİ….(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]Nefsimiz yaratıcı değildir. İSTEYİCİDİR. DİLEYİCİDİR….Ehl-i sünnet kitaplarında, hem hayır şer Allah’tan deniyor, hem de kul işlediği günahlardan sorumlu deniyor. Bu çelişki değil mi? Günahları nefsimiz yaratmıyor mu?SORUSUNA DİLİM YETTİĞİNCE AÇIKLAMA GETİRMEYE ÇALIŞACAĞIM…..Dinimizde çelişki olmaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır, başka yaratıcı yoktur. Nefsimiz bir şey yaratamaz. Nefsimizi yaratıcı bilmek mutezilenin görüşüdür. Nefsimiz insan ve cin gibi mükellef bir mahluk bile değildir. İnsan ölünce nefsi yok olacaktır. Mükellef bile olmayan ve yok olup gidecek bir şeye yaratıcı demek ne kadar yanlıştır. İmanın altı esasından birisi de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Buna inanmayan Müslüman olamaz. Resulullahın vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep Allahü teâlâdır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur. O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmayı, çeşitli sebeplerle hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak irade edince, O irade etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irade ettikleri zaman, O da irade eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü iradelerinin yaratılmasını, O da irade eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep kötülük hasıl olur. Demek ki, insanlar, bir alet, bir vasıtadır. Kâtibin elindeki kalem gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan İrade-i cüziyye’lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap, kötülük yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini onların iradeleri ile yaratmasını ezelde dilemiştir. İşlerin insan iradesi ile yaratılması, ezeldeki ilahi irade ile yaratılması demektirHayır: “Meşru iş. Faydalı amel. İyilik,Şer: zararlı iş. Kötülük.”Hayır ve şer Allahtandır. Hayrı da, şerri de yaratan ancak Odur. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yok. Kaldı ki hayır ve şer dediğimiz, yapılan işin, işlenen fiilin Allahın emir ve rızasına uygun olup olmamasıyla ilgili. Yâni, fiilin kendisiyle değil, sıfatıyla alâkalı. Şöyle ki, konuşma, görme, işitme, yürüme... Hepsi birer fiil. Hayır olsun şer olsun bütün bu fiilleri yaratan Allahtır. İşlenen fiil, İslâma uygun ise hayır, aksi halde şer olur. Zaten Allahın birliğine iman eden bir insan, Onu bütün bu işlerin bu fiillerin tek yaratıcısı olarak bilmiş olmuyor mu?” İnsan bir işi yapmayı sadece arzu eder ve cüzî iradesini o işi yapmaya sarf eder. Neticeyi yaratan ise Allahtır. Hakikat böylece bilinmezse ortaya şöyle bir tezat çıkar: Aynı fiil hayır olunca Allah tarafından yaratılır, aksi halde... Evet aksi halde... Cümlenin sonunu nasıl getireceğiz?”Bir tek misâl verelim: Görme fiilinin yaratıcısı Allahtır. Göz fabrikası Onun. Işık Onun.. Görülen bütün eşya da Onun. O halde bir insan neye bakarsa baksın görmeyi yaratan Allahtır. Baktığı helâl ise bu bakış “hayır”, haramsa “şer olur.”ŞER-kötülük Allah’tan mı gelir?Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. Önce bu ayetlere bakalım: Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi - 78/79) 78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal Arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayette tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (tarafından) kelimesi geçer. Fakat yukarıda mealini verdiğimiz 79. ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah –indillah-) dır. Bu ayetlerin yerine doğru mealleri verilmiş kelimeleri koyduğumuzda var gibi görülen çelişkinin yok olduğu görülecektir: Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır. İNSAN NEFSİ KÖTÜLÜĞÜ İSTEMEKTE, ALLAHTA YARATMA SIFATIYLA YARATMAKTADIR. Talep edilince yaratılma olayı vuku bulmaktadır. Allahın hoşnut olduğunu yaratmasıyla dilediğini yaratması farklıdır. Mesela İÇKİ HARAMDIR. Ancak şarap fabrikası alkol üretmek istediği zaman Allah nefsin isteğine göre yaratmaktadır. Haramı isteyen insan nefsidir. İnsan nefsinin istemesine göre yaratan da Allah tır. Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır; ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır.